25 Eylül 2011 Pazar

Güneydoğu'da Yaşamak...

Başlığı görünce bir sürü düşünce uçuşuyor değil mi kafanızda?


Bırakın tahmin edeyim: Harika / rüya gibi / efsanelerle uyanmak / hadi canım sen de / yok daha neler / delilik / cesaret işi / helal valla / ateşten gömlek... Bu liste uzar gider böyle...


Ne mi oldu? Aklıma geldi, öyle durup dururken değil tabiî. Bir anlatayım dedim Güneydoğu'da yaşamayı...


Neler olmuş bitmiş... Önemli mi? Belki önemli belki değil...



Çok sıkıldığım bir Ağustos ayı var arkamda. Ciddi anlamda psikolojik hasar bırakmasından korktum. Eylül'ü de farklı tasavvur etmiştim ama gene de fena değil, daha da bitmedi zaten. Ben Eylül'ü severim ve her zaman güzellikler getirdiğine inanırım. Getirmiştir de...

Mardin'de kapısını açtığımda yaşanacak şekilde bir evim var, kira da olsa var işte.

Evime yürüyüş mesafesi ile tam iki dakika uzaklıkta bir iş yerim var.

Zor bir bölgede, zor bir işi başarmaya çalışıyoruz.



Aslında ne bölge ne de Mardin zor değil. Onları zorlaştıran basın, zihniyet ve daha buna benzer gereksiz bilumum şeyler.

Yoksa Mardin'de ve Güneydoğu'da inanın İstanbul'dan daha rahat ve daha güvencedesiniz. Ama gel de bunu bizim taş kafalı bazı insanlarımıza anlat.

Ben artık bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlara kızmanın da ötesine geçtim. Eskiden yalnızca kızardım şimdi öfke kusuyorum ve susmuyorum. Çünkü kendi ayaklarına çelme takıyorlar, kendi kendilerine olmayan bombaların pimini çekiyorlar... Salaklıktan başka bir şey değil ama yapıyorlar ne hikmetse?

Kolay değil onca emeğinizin heba oluşunu görmek bazı garip zihniyetler yüzünden.

İnsanımız da bir garip ama... Tek kelimeyle garip! Başka şey demeyeceğim... Garip...

Ben artık o zihniyettekilere acıyorum ve istemiyorum onları, gelmesinler onlar ve onlar gibi düşünenler zaten bölgeye.

Düzgün insanlara ihtiyacı var bu memleketin, bakmayı, bakınca görmeyi bilen, gördüğünü anlayan ve anlatabilen, kısacası düzgün insanlara...

Her neyse... Ben işime bakarım. Kimsenin lafıyla hareket etmem.

Büyük düşünmek lazım. Küçük düşünür ve en ufak terslikte pes edersen zaten yürümez bir şey... Savaşacaksın, uğraşacaksın... Memur zihniyetiyle bakmayacaksın hayata. Öylesi ne uzar ne kısalır.

Neyse, uzatmayayım... Saçma sapan şeylerle, yanlış, yalan dolan haberlerle insana da bölgeye de hem zaman hem para kaybettirdiler bu sene gene. Yazık ya! Bu memleket bunları hak etmiyor!

Ama ben gelecekten umutluyum. Diyorum ya, herkes işini yapsa zaten her şey harika olur.

İstanbul'daydım birkaç gün. İkiye bölünüyorum zaman zaman. Bir Mardin'deki hayatım var bir de İstanbul'daki.



İstanbul'daki hayatıma fazla zaman kalmıyor aslında. Geldiğimde yorgunluktan ölüyorum genelde. Yapmam gerekenleri yapmak zaten tüm zamanımı alıyor. Kendime gelip rahat bir nefes alana kadar kendimi şu sıralar Mardin Havalimanı tadilat ve inşaat nedeniyle kapalı olduğundan Diyarbakır uçağında buluveriyorum. Ondan sonra ver elini Mardin yolu ve sonrasında Mardin'de günlük hayat. (Bu sefer İstanbul trafiği nedeniyle hayatımda ilk defa uçak kaçırdım. Ertesi güne bilet alıp yorgun argın eve dön, üç saat uyu, sonra gene git, uçağa bin, Diyarbakır'a gel, Mardin'e geç... Feleğim şaştı. Gözüm karardı valla. Günümü falan şaşırdım. Ben İstanbulluyum, İstanbul'a kızamadım ama az kalsın lanet olsun diyordum...)


Güneydoğu'da yaşamak çok da zevkli aslında. Evinin avlusunda sabah kahvaltısı yapmak, Mezopotamya ovasının gün boyu aldığı renkleri görmek, yemek içmek, şehirde dolaşmak, arkadaşlarla sohbet etmek, köylere ilçelere gitmek, tur yapmak, akşamın huzurlu sessizliğinde gene avluda yemek yemek falan değil yalnızca...

Güneydoğu'da yaşamak, basında çıkan abuk sabuk haberlerin ne kadar acıttığını görmek herkesi, herkesin o sevgi ve sabır dolu bakışlarında bir şeyleri yakalamak ve görmek açısından acı verse de zevkli... Orada olmak ve bu kaderi paylaşmak ama bu kaderin aşılması için çorbada benim de tuzum bulunsun diye elinden geleni yapmak...

İşte bunlar galiba Güneydoğu'da yaşamayı zevkli kılıyor.

İstanbul'daki zevkli bir yorgunluk genelde ama ben her sefer özlüyorum Mardin'i. Koşa koşa döndüm Mardin'ime. Kolları sıvamaya, işleri istediğimiz yere getirmeye, Mardin'e ve yöreye, bölgeye nasıl faydalı olunura bakmaya. Kısacası: işimin başına... Ben buyum işte... Seviyorum...

Özlemler de var bu arada. Onlar da bitsin, hayat bambaşka bir şekle girsin diye de geldim bu sefer biraz da.

Su akar yolunu bulur derler. E, Mardin de El Cezire (ada) tabir edilen bölgede, iki koca suyun arasında (Fırat ve Dicle). Orada mı su akıp yolunu bulmayacak? Bulacak elbette hayırlısıyla.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails