Güneşin Peşindeki Uçurtma
Sarı sıcak
sessizliği bozan bir sesle eğildiği yerden doğruldu Kadın. “Koşmayın çocuklar
düşeceksiniz” diye bağırmıştı biri. Kadının kızıl saçlarının üstünde parlayan güneş
gözlerini kamaştırdı. Gözlerini açmaya çalışarak sesin nereden geldiğini
anlamak istercesine etrafına bakındı. Kirli elleri ile gözlerini ovuşturmak istemedi.
Gözlerini kısıp ellerini nereye sileceğini bilemedi bir müddet, sonra
eteklerine sildi. Hava çok sıcaktı. Elinin tersiyle alnındaki teri silip, gözlerini
kısarak uzaklara bakmaya çalıştı. Tam karşısında uçsuz bucaksız uzanan
Mezopotamya ovasını gördü, ağzının kenarı gülümser gibi kıvrıldı.
“Koşma Feriiittt”
diye bağırdı yine aynı ses. Ses başka taraftan geliyordu, başını sola doğru
çevirdi, güneşin ışıkları gözlerini öyle kamaştırdı ki, bu sefer hem gözlerini
kısmak hem de ellerini ve kollarını siper ederek bakmak zorunda kaldı.
Kör edici
bir aydınlık vardı.
Kalın bir
kâğıdın rüzgârda çıkarttığı sesi duydu ‘tap tap tap tap tap’ ve bir uçurtma
geçti önünden hızla. Gülümsedi Kadın. Gene aynı sesi duydu ‘tap tap tap tap
tap’ ve bu sefer uçurtma hızla öbür yöne doğru geçti önünden. Ellerini beline
koyup seyretmeye çalıştı Kadın önünde uçan uçurtmayı. Gene çocuklar belli ki
kilisenin altında koşturuyorlardı.
‘Tap tap
tap tap tap'
Çan
kulesinin arkasından tekrar geçti uçurtma hızla.
Kilisenin
avlusunda etrafına baktı bir an için Kadın. Kimse yoktu.
‘Tap tap tap tap tap’
Uçurtma gittikçe hızlanarak ikide bir çan kulesinin arkasından geçiyordu.
‘Tap tap tap tap tap’
Uçurtma gittikçe hızlanarak ikide bir çan kulesinin arkasından geçiyordu.
Kadın
avlunun kenarına doğru yürüdü. Duvara tutunarak aşağı eğilip baktı. Beş erkek
çocuğu bir o yana bir bu yana koşturuyorlardı. Bir tanesi ipini tutmuş ustaca
hareketlerle uçuruyordu uçurtmayı. Uçurtmanın ipini tutan çocuğu tanıyınca bir
gülümseme oturdu yüzüne Kadının. Biraz önce sesini duyduğu kadın gibi bağırdı:
‘Feriiiiit’. Uçurtmayı tutan çocuk başını kaldırıp ona baktı ve gözleri
karşılaşır karşılaşmaz çocuk güzel bir gülümsemeyle ‘Ne var?’ dedi. ‘Yavaş
olsana’ dedi Kadın, ‘uçurtma çan kulesine takılacak’. ‘Bir şey olmaz’ dedi
çocuk ve Kadına bakmadan koşmaya ve uçurtmayı daha da hızlı ve çan kulesine
daha da yakın uçurmaya başladı.
‘Bir şey
olmazmış’ diye söylenerek avludaki banklardan birine oturup çan kulesine doğru
baktı Kadın gözlerini kısarak. ‘Her sene her cami minaresine, her çan kulesine mutlaka
bir uçurtma takılır, sanki bilmiyor’ diye söylendi kendi kendine. ‘Tap tap tap
tap tap’ sesini duyunca başını kaldırıp çan kulesinin arkasından uçan uçurtmaya
yeniden baktı Kadın. Uçurtmanın gözleri ve kırmızı dudakları vardı. Gülümsedi.
“Üşüyorum
abla…”
Kadın
şaşkınlıkla etrafına bakındı. Bir kız çocuğu sesiydi bu, derinden gelen bir
ses.
“Ablaaaa…”
Bu sefer ses daha derinden gelmişti. Sanki bir iç çekiş, bir inleme gibi.
Kadın ayağa
kalktı, etrafına baktı. Sarı sıcak Mezopotamya ovası göz alabildiğince
uzanıyor, güneş Doğu’da ve daha tam tepeye varmamış olsa da cayır cayır
yakıyordu ortalığı.
‘Tap tap
tap tap tap’
Uçurtma
gene geçti çan kulesinin arkasından.
Bu ses de olmasa ürkütücü bir sessizlik vardı
aslında ortalıkta.
Avlunun
ortasına yürüdü. Etrafına baktı. Emin olamadı, kilisenin avlusundaki tüm pencerelerden
içeri baktı ama kimseyi göremedi. Başını salladı.
Avlunun
duvarına doğru yürüdü. Duvara yaslanıp ovayı seyre daldı. Başını hafifçe sola
doğru çevirip kaşıya baktı. Gözlerini kıstı. Bir şey görmeye çalışıyordu sanki.
Ayak parmaklarının üzerinde yükseldi, boynunu uzattı, elini alnına siper etti
ve kısık gözlerle bakmaya devam etti. Sonra somurtarak dudaklarını büküp sert
bir hareketle elini indirdi. “Gece olunca ışıkların inci gibi görünür ama”
dedi, “neredesin şimdi?” Hava o kadar sıcaktı ki, kesif bir buharlaşma çok
uzakları görmesini engelliyordu bakanın.
“Orası duruyor
yerinde ” dedi arkasından gelen bir erkek sesi. Kadın hafifçe başını öne eğdi,
yüzünü hafif bir gülümseme kapladı.
Sesin
sahibi Adam, Kadının yanına yaklaştı ve sağ tarafında durup duvara tutundu.
Katran karası saçları parlıyordu güneşin altında.
Kadın
gülümsemeye devam ediyordu. Yan yana durdular bir müddet birbirlerine bakmadan.
İkisi de ovaya bakıyorlardı.
“Nereden
biliyorsun?” diye sordu Kadın yumuşak bir sesle.
“Neyi?”
dedi Adam usulca, ovaya bakmaya devam ederek.
“Orayı
dediğimi?” dedi Kadın, Adama bakarak.
Adam, ovaya
bakmaya devam ederek: “Karşıdaki şehre bakmıyor muydun? Sınırın öte yanındaki
şehre?” diye sordu.
Kadın cevap
vermedi. Başını çevirip ovaya bakmaya devam ederek “Biliyor musun?” dedi Adama
usulca “ben çocukken sınırlarda çizgi var sanırdım”
Adam acı
acı gülümsedi. “Keşke çizgi olsaydı” dedi.
“Sen oraya
hiç gittin mi?” diye sordu heyecanla Kadın ovaya bakmaya devam ederek.
“Hayır”
dedi Adam, “ama babam gidermiş.”
“Keşke sınırlar
hiç olmasaydı” dedi Kadın. Adama döndü ve gülümseyerek “giderdik şimdi oraya.”
Adam Kadına
dönüp buruk bir gülümsemeyle “Sınırlar var ama ne yazık ki. Belki çizgiler yok
ama acı var” dedi.
“Orada mı?”
diye sordu Kadın acı bir ifadeyle.
Adam ovaya
bakarak başını salladı. “Her yerde, bu topraklarda, her yerde…” dedi.
Kadın
başını önüne eğdi hüzünle.
‘Tap tap
tap tap tap’
Uçurtma
hızla ikisinin burnunun ucundan geçti.
Kadın irkildi
ve aşağıya eğilip bağırdı: “Feriiiiit”
Ferit hem
koşuyor, hem uçurtmayı uçuruyor, hem de ‘ha ha ha ha haaaaa’ diye kahkahalar
atıyordu.
‘Tap tap
tap tap tap’
Uçurtma
gene ikisinin burnunun dibinden geçti.
“Ferit, bak
ineceğim şimdi aşağıya” diye seslendi Kadın.
Ferit
omuzlarını silkip başka tarafa doğru koşturmaya başladı uçurtmasıyla. “Sen inene
kadar ben çoktan güneşi yakalamış olurum” diye bağırdı Ferit alaycı bir sesle.
“Deli” dedi
Kadın “ne güneşi?”
“Ablaaaaaa…”
Kadın
irkildi, gene o kız çocuğunun sesiydi duyduğu.
Adama doğru
döndü: “Duydun mu?” diye sordu.
“Neyi?”
dedi Adam sakince.
"Duymamış
olamazsın, bir kız çocuğu bir saattir abla, abla deyip duruyor, hatta bir ara
abla üşüyorum dedi" deyince Adam şaşkınlıkla kadına dönüp baktı:
“Bu havada?”
“Evet, ben
duydum.”
“Ablaaaa,
ne olur, çok üşüyorum…”
Derinden,
boğuk ve kesik kesik gelen sesi duymamış olması imkânsız diye düşündü Kadın.
Adamı
olduğu yerde bırakıp kilisenin avlusunda etrafına baktı, yan duvarlardan sarkıp
alt avluya baktı. Kilisenin avlusunun diğer ucundaki mezarlığa takıldı gözleri.
Hızla oraya doğru yöneldi.
Adam
bıraktığı yerde kalmıştı. Kendi durduğu yerden onu göremiyordu artık.
Mezarların arasında yürüdü. Bir mezar taşının üstünde minik bir tekir kedi
oturuyordu. Kedinin yanına gidip yere eğilip başını okşadı. Kedi kadına baktı,
yerinden kalkıp yürüdü gitti.
Kadın
yerinden doğrulmaya çalışırken başı döndü, gözü karardı.
***
Küçük kız
çocuğu üstü başı pislik içinde köyde yürüyordu. Köyü bir baştan bir başa
arşınlıyor, evlerin avlularına girip çıkıyordu. Kadın küçük kızın peşine
takıldı. Yürüdü onunla köyün sokaklarında saatlerce, evlerin avlularına girdi
çıktı, onunla oturdu avlularda. Garipti ama önlerinden geçen kimse küçük kıza
bakmıyordu. Küçük kız sanki dikkat çekmek ister gibi bir o yana bir bu yana
arşınlıyordu sokakları, insanlara bakıyor, evlerin avlularında pencere
önlerinde çömeliyordu. Ama kimse ilgilenmiyordu onunla. Gördükleri belliydi onu
ama bakmıyorlardı.
Küçük kız
bir evin avlusuna girdi. Yorgundu belli ki. Kadın da peşinden gitti. “Abla”
dedi zor duyulacak bir sesle küçük kız ve avluda bir taşın üstüne oturup
bacaklarını göğsüne çekip kollarını doladı bacaklarına ve öylece oturdu.
Hava
soğuktu, biraz önce Mezopotamya ovasını cayır cayır yakan güneş ısıtmıyordu
şimdi bulundukları köyü. “Burası neresi acaba?” diye düşündü kadın. Yöredeki
pek çok köy birbirine benzerdi. Çıkartamadı. Küçük kıza baktı.
Küçük kız başını
önüne eğmiş hüzünlü bir şekilde boşluğa bakıyordu.
Evin pencerelerinden birinde bir hareket gördü kadın. Oraya doğru baktı. Bir perde hafifçe aralandı. Bir genç kız bakıyordu ürkek ve hüzünlü bakışlarla pencereden. Küçük kıza bakıyordu. Küçük kız başını kaldırdı ve penceredeki kızı görünce çok hafif sesle “abla” dedi, “abla, üşüyorum…”
Penceredeki
kız ‘yapma’ der gibi başını yana eğdi, gözlerinde bir hüzün vardı. Gözyaşı da
mı vardı? Kız perdeyi örtüp kayboldu. Hava kararmaya başlamıştı. Soğuk
artıyordu. Küçük kız titreyerek yerinden doğruldu ve kararlı adımlarla başka
bir evin bahçesine yöneldi. Kadın takip etti küçük kızı. Küçük kız girdiği
avluda bulunan bir tandırı elleriyle yokladı. Aynı şeyi kadın da yaptı. Sıcaktı
tandır. Küçük kız tandırın üstüne sıçradı bir hamlede. Tandırın üstüne tünedi.
Belli ki ısınmaya çalışıyordu. Biraz sonra kıvrılarak uyuklamaya başladı.
Kadın ne
yapacağını bilemedi. O da tandırın üstüne çıktı, yanına kıvrılıp sarıldı küçük
kıza ve gözlerini kapattı.
***
Bir tepede
duruyordu Kadın, yanında da katran karası saçlı Adam. Ovaya bakıyorlardı.
Rüzgâr
yüzlerine vuruyordu. İri iri kum tanecikleri hissetmeye başladı Kadın yüzünde.
İlerilerde ovada bir yerde hava kararmış gibiydi, oysa daha güneş vardı. Ferit
uçurtmasıyla koşuyordu.
Kadın seslendi Ferit’e “Güneşi yakalamaya mı gidiyorsun gene?”
“Ben değil” dedi Ferit kadına bakmadan yüksek sesle, “uçurtmam.”
Kadın seslendi Ferit’e “Güneşi yakalamaya mı gidiyorsun gene?”
“Ben değil” dedi Ferit kadına bakmadan yüksek sesle, “uçurtmam.”
“Rüzgâr
artıyor gibi” dedi Kadın Adama.
“Kum
Fırtınası” dedi Adam ovadan gözlerini ayırmadan.
“Gene mi?”
diye suratını astı Kadın. Adam gülümsedi.
“Biliyor
musun” dedi Kadın, “o kızı gördüm.”
“Hangi
kızı?” diye sordu Adam.
“Hani benim
sesini duyup da senin duymadığın kızı” dedi.
Adam hiçbir
şey söylemeden baktı Kadına.
“Bir köyde
gördüm onu, hangi köy olduğunu çıkartamadım. Dolanıp duruyordu. Bir o yana bir
bu yana tüm köyü arşınlıyordu. Bütün evlerin avlusuna giriyor, saatlerce
oturuyor avlularda. Sanki bir şey istiyor, bir şey arıyor…”
Adam ovaya
bakarak başını iki yana salladı.
Kadın soru
sorar gibi baktı ve devam etti: “Sonra bir evin avlusunda yere çöküp kaldı,
bekledi bekledi bekledi… Bir pencerenin perdesi aralandı ve bir kız baktı
pencereden ve küçük kız çocuğu ‘abla, üşüyorum abla’ dedi. Sonra da kız
pencerenin perdesini kapatıp kaybolunca küçük kız kalkıp başka bir evin
avlusuna gidip oradaki hala sıcak olan tandırın tepesine tünedi ve biraz sonra
da uyuyakaldı.”
“Biliyorum”
dedi Adam.
“Biliyor
musun?” diye şaşkın şaşkın sordu Kadın.
“Herkes
bilir o kızı” dedi Adam ve ekledi “yani hikâyesini.”
“Öyle mi?”
dedi Kadın merakla “Neymiş peki? Kimmiş o küçük kız?”
Adam hüzünle
başını salladı iki yana, “Seyfo’nun acılarından…” dedi.
Kadın elini
ağzına götürdü, dudakları titremeye başladı, gözlerine yaş yürüdü.
“Peki” dedi
titreyen sesle “ne oldu o küçük kıza?”
“Kimse
bilmez” dedi adam…
Onlar
konuşurken bir taraftan da rüzgâr hızını arttırıyordu.
Kadının
yanaklarını yaladı geçti rüzgâr, gözündeki yaşları alıp savurdu. Kum taneleri
iri iri yüzüne vuruyor ve canını acıtıyordu. Adam dimdik ayakta duruyor ve
karanlığı delen bakışlarla uzaklara bakıyordu. Birden gözlerini kapadı Adam.
Yüzünde bir gülümseme vardı.
Rüzgâr Kadını
aniden yerinden kaldırıp havaya savurdu. Ayakları yerden kesilivermişti Kadının.
Uçuyordu. Rüzgâr o kadar kuvvetliydi ki, kumlarla birlikte boşluğa savuruyordu
Kadını. Adamın katran karası saçları rüzgârda savruluyordu. Kadın elini uzattı
ve adamın bir tel saçına tutundu. Rüzgâr adamın yüzünü okşuyordu, eline
değiyor, elini okşuyordu.
Adamın
gözleri kapalıydı, gülümsüyordu.
Katran
karası bir tel saça tutunan Kadının ayakları yerden kesilmişti ama artık oraya
buraya savrulmuyor sadece olduğu yerde uçuyordu.
Kadın
boştaki elini adamın saçlarına, sonra da yüzüne doğru uzattı. Dokunmadı, elini
ağzına götürdü.
Adam
ürperdi, belki üşüdü…
“Rüzgâr
olup dokunmayı bu topraklar öğretti bana” dedi Kadın duyulmayacak kadar hafifi
bir sesle ‘ ama biliyor musun’ diye ekledi ‘bu topraklarda aşk imkânsız!’
Elini
Adamın saçlarına uzattı, yüzüne çok yaklaşmıştı, dokunmadı, kendi yüzüne götürdü.
Kadın kendi elini ısırdı hafifçe ve gözlerini kapattı.
***
Tandırın
üstünde etrafına baktı Kadın. Küçük kız çocuğu yoktu yanında. Koşarak kalktı
bütün köyü geçti, tüm evlerin avlularına baktı, yoktu… Evlerden hiçbir ses
gelmiyordu. Saatlerce deliler gibi küçük kızı aradı her yerde, bulamadı. Küçük
kızın ‘abla’ diye seslendiği evin avlusuna geldi, onun oturduğu yere çömelip
bekledi. Bir müddet sonra perde aralandı ve evdeki kız hüzünlü gözlerle
dışarıya baktı. Pencerenin arkasındaki kız ağlıyor muydu? Kız hızla perdeyi
kapatıp kayboldu.
Kadın
umutsuzca kalktı. Her yere son bir umutla bakıp köyün çıkışına yöneldi.
***
Kadın
gözlerini açtı. Kilisenin mezarlığındaydı. Mezar taşlarından birine yaslanmış
oturuyordu. Eliyle başını tuttu. Kaç dakikadır buradaydı? Yoksa saatler mi
demeliydi? Yerinde doğruldu ve kilisenin avlusuna yöneldi. Güneşi aradı
gözleri. Evet, saatler geçmiş olmalıydı, çünkü güneş batmaya hazırlanıyordu.
Birazdan
akşam Mezopotamya ovasının üstüne inecek, güneş kızıla boyadığı taş evlerin
üzerinden herkese veda edip yerini geceye bırakacaktı. Tam karşıdan gelen ve
her geçen dakika koyulaşan o mavi renk, Mezopotamya ovasını biraz sonra koskoca
bir denize çevirecekti.
Duvarın
yanına yürüyüp aşağı baktı. Ferit tek başına hala kırmızı dudaklı uçurtmasını
uçuruyordu. ‘Feriiiitttt’ diye seslendi. Ferit dönüp baktı Kadına uçurtmayı
uçurmayı bırakmadan. ‘Ne?’ dedi. Kadın el salladı Ferit’e; ‘Bak güneş gidiyor,
yakalayamayacaksın’ dedi. ‘Yakalarım’ diye zıpladı neşeyle Ferit ve
güneşe doğru
uçurtmasıyla koşmaya başladı.
Kadın eli
havada Ferit’in arkasından bakıyordu…
“Sen yakala
bari güneşi…” dedi duyulmayacak kadar alçak bir sesle.
Güneş son ışıklarıyla Kadının kızıl saçlarının üstünde dans ederken, akşam Mezopotamya ovasının üstüne inmeye başlamıştı.
***
Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" Sergisi'ndeki eserlerden esinlenerek yazılan deneme yazılarından oluşmaktadır.
Bu hikâyedeki ‘Küçük Kız’ Orhan
Miroğlu’nun “Affet Bizi Marin” adlı eserindeki bir bölümden esinlenerek
yazılmıştır.
“Seyfo” (Kılıç Yılı) 20. yüzyılın başında Midyat ve
yöresindeki olaylara verilen addır.
Hikâyedeki Ferit, Mardin’de yaşayan bir
Süryani çocuğudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder