ÇAĞ TUFANI
Nice mutlu yıllara... İyi ki doğdun... İyi ki varsın...
***
Güneş son
ışıklarıyla akıllara durgunluk veren bir renk cümbüşü yaratmıştı Mezopotamya
ovasının üstünde.
Renkler
güneşe tapınır gibi dans ediyorlardı.
Çocuklar
top oynamayı, tarladaki adamlar ellerindeki orakları, kadınlar terasta
astıkları çamaşırı, yaptıkları yemeği bırakmış ellerini gözlerine siper etmiş ovadaki
bu dansı seyrediyorlardı hayran hayran.
Mezopotamya
ovasında zaman durmuştu sanki...
***
Göklere
yükselir gibi uzanan bir taş binanın yüzlerce yıllık güzel ahşap kapısı iki
yana açıldı yavaşça. Gözleri kör edecek kadar kuvvetli bembeyaz bir ışık
yayıldı her bir yana. Bir kadın çıktı ışığın içinden. Bembeyaz bir elbise vardı
üzerinde. Gözünde de beyaz bir bant. Yavaşça yürüdü. Çıplak ayaklarını dikkatle
basıyordu yere. Bir iki adım attı ve
durdu. Sanki bir şeyler görmeye çalışır gibi başını hafifçe yukarı kaldırdı,
ardından da sağ elini. Kadın elinde bir terazi tutuyordu iki kefesi de aynı
hizada duran. Işık arttı, bir rüzgâr esti, kadının saçlarını dağıttı. Rüzgâr
kuvvetlendi, yerden kalkan tozlar kadının etrafında dönmeye başladı. Kadının
saçları uçuyor, etekleri yerden hafifçe havalanıyor, elindeki terazi sallanıyordu.
Birden kadının arkasındaki kapı büyük bir gürültüyle kapandı. Ortalık karanlığa
gömüldü.
***
“Kızma sarı
Kraliçem, o tatlı gülümsemenle iyi geceler dile bana” dedi ovaya bakarak oturduğu
yerden Adam.
Kadın
bozulmuş gibi dudağını bükerek saçına dokundu elleriyle, kaşları çatılmıştı
üzüntüyle.
Adam bunu
fark etti gözünün ucuyla ve ovaya bakmaya devam ederek Kadının elinin üstüne
elini koyup hafifçe okşayarak gülümsedi ve “Ovaya diyorum, Mezopotamya’ya…”
dedi.
Kadın
ellerini çenesine dayayıp uzaklara baktı.
Güneş
iniyordu ufukta.
“Birazdan
denize dönecek her yer” dedi Kadın gülerek ve güneşe bakmaya devam ederek.
“Karanlıktan
sonra hangi renkler gelir biliyor musun?” diye sordu Adam.
Kadın
güneşe bakmaya devam ederek “Bilmiyorum…” dedi.
“O halde
gözlerini kapat…” dedi Adam.
Kadın
gözlerini kapattı.
“Ne görüyorsun?”
diye sordu Adam.
“Güneşi…”
dedi Kadın gülümseyerek ve gözleri kapalı.
“Hile
yaptın…” dedi Adam.
Kadın gözlerini
açtı, muzip bir şekilde gülerek
omuzlarını silkti.
“Haydi, bu
sefer hile yapmak yok” dedi Adam, “kapat gözlerini…”
Kadın
gözlerini kapattı.
“Suyun
içine dal şimdi de… Bakalım ne göreceksin…” dedi Adam.
Kadın
gözlerini açtı. Şaşkın şaşkın bakıyordu Adama: “Ne suyu?” diye sordu.
“Bu ovanın
suyla kaplandığını düşün, her yerin suyla dolduğunu, tufan olduğunu…” dedi
Adam.
“Tufan mı?”
diye sordu şaşkınlıkla Kadın.
***
Çıplak
ayaklarını dikkatle yere basıyordu kadın. Yavaş yavaş ilerlemeye başladı
rüzgârın içinde. Sağ elinde terazisini tutuyordu. Gözleri bağlıydı. Beyaz uzun
elbisesi uçuşuyordu. Kollarını iki yana kaldırdı, terazisi rüzgârda uçtu
elinden. Biran durdu kadın, sonra gülümsedi. Elbisesi kol bileklerinden aşağıya
doğru dümdüz iniyor ve rüzgârda oraya buraya savruluyordu. Kadın kolları iki
yana açık yürümeye devam etti.
Toprak
ıslanmaya başlamıştı, yürümekte zorlanıyordu. Etekleri ıslak toprağa değiyor ve
kirleniyordu. Beyaz renk garip bir kahverengine dönüşüyordu.
***
“Evet,
tufan” dedi Adam Kadına bakarak.
“Tufan
neden olur ki?” diye sordu Kadın sesini alçaltarak.
“Aslında bir
cezadır tufan haksızlıklara, adaletsizliklere karşı. Doğanın bir isyanıdır. Tufan
temizler tüm bu adaletsizlikleri, kötülükleri. Dünya ilk baştaki haline döner.
Yenilenir. Temizlenir. Eskimiş her şeyin sonudur. Başa, özüne döner her şey”
dedi Adam.
Kadın
gülümsedi “Nuh tufanı gibi” dedi.
“Evet” dedi
Adam, “daha pek çok tufan hikâyesi var bu topraklarda sayabileceğin; ‘Gılgamış
Destanı’nda olduğu gibi, sayısız, sonsuz hikâye var ararsan”
“Ben de bir
tane biliyorum” dedi Kadın gülerek “Philemon’la Baucis hikâyesindeki gibi”
“Dedim ya,
saymakla bitmez” diye gülümsedi Adam Kadına.
***
Kadının
ayak bileklerine çıkmıştı su. Kollarını iki yana açtı ve kendi etrafında
dönmeye başladı. Rüzgâr saçlarını
uçuruyordu.
Kadın
yürümeye başladı gene. Sular da yükselmeye devam ediyordu. Artık zorlanıyordu
iyice yürürken. Sular beline kadar yükselmişti.
***
“Peki neden
tüm o efsanelerde hep sonunda bir iki kişi ve belki bazı hayvanlar kurtulur?
Herkes mi kötü? Adalet bu mu?” diye sordu Kadın.
“Su ne
bulursa alıp götürür. Yoktur adaleti şaha kalkınca. Suya gömülünce adalet mi
kalır? Sular kaplayınca etrafını, karanlığın içine gömülür dünya bir anda.
Işığa çıkmak için uğraştıkça girdabında boğulur suyun…” dedi Adam.
“Ben anlamadım ” dedi Kadın önünde uzanan
Mezopotamya ovasına bakarak “kendini mi temizliyor, insanlığı mı kurtarmaya
çalışıyor dünya?”
“Hiçbir şeyin onu karanlığa sürüklemesine
izin vermezse, hep ışığı takip edip, yüzünü güneşe dönerse, karanlıkta bile
güneşi ararsa kurtulur insanlık…”
“Hoşgörü mü?” diye sordu Kadın.
“Hayır” dedi Adam, “kabul etmek…”
Kadın Adama baktı soru soran bakışlarla.
“Adalet
ancak böyle gelir, karanlıkla ışığın arasındaki mücadele ancak böyle biter”
dedi Adam.
“Işık
kazanır…” dedi Kadın uzaklara bakarak.
“Evet” dedi
Adam ve ekledi “kötülük kaosu doğurur ve sonra dinginleşir. Ama her sefer bir
çağ tufanıdır yaşanan.”
***
Kadının
göğsünden yukarıya çıkmaya başlamıştı sular. Kollarını iki yana açmış dönüyordu
etrafında.
Gözlerindeki
bant duruyordu, saçları savruluyordu rüzgârdan.
***
“Ruhlar
için ölümdür suya dönüşmek ve ruh yeniden doğar sudan…” dedi Adam.
“Anka’nın
küllerinden doğduğu gibi” dedi Kadın.
Kadın
oturduğu yerden kalktı, ovanın üstünde kaybolan güneşe bakmaya başladı.
Adam da
yerinden kalkıp Kadının yanına geldi ve omzundan tutup kendine doğru çekti.
“Karanlıktan
sonra hangi renklerin geldiğini anladın mı şimdi?” diye sordu Adam Kadına.
Kadın
başını Adamın omzuna yasladı ve batan güneşe bakmaya devam ederek “Galiba…”
dedi.
***
Uzaktan bir
müzik sesi duyuldu. Güzel bir melodi sardı etrafını kadının. Başını göğe
kaldırıp gülümsedi. Bir erkek sesi melodiye eşlik ediyordu şarkı söyleyerek:
“Kızma bana sevdiceğim, gözümün nuru,
Kızma bana, uzak diyarlara gittiğim için
gözbebeğim
Kuş olup geleceğim tekrar senin yanına.
Pencereni
aç sarı kraliçem,
O tatlı
gülümsemenle iyi geceler dile bana
Kızma bana
sevdiceğim, gözümün nuru,
Kızma bana,
seni bıraktığım için gözbebeğim
Yaklaş ki
seni görebileyim
Sana veda
edebileyim”
Sular
kadının başının üstüne çıkmış tüm ovayı kaplamıştı. Kadın suyun dibine doğru
çekilirken gözünde bant, kolları iki yana açık kendi etrafında dönüyordu hâlâ.
***
Ovanın
üstünde renklerin dansı bitmişti. Çocuklar toplarını alıp evlerine doğru
yürüdüler, tarladaki adamlar oraklarını sırtlarına vurup evlerine doğru yola
çıktılar, kadınlar çamaşırlarını toplayıp, yemeklerini ateşten alıp yer
sofralarını kurdular.
Güneş
kızıla boyadığı taş evlerin üzerinden herkese veda edip yerini geceye bırakmaya
hazırlanıyordu. Yavaş yavaş ufukta kayboldu. Mavinin tonlarına boyandı ova, her
geçen dakika koyulaşan o mavinin tonları, Mezopotamya ovasını biraz sonra
koskoca bir denize çevirecekti.
Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" sergisindeki eserlerden esinlenerek yazılan deneme yazılarından oluşmaktadır.
Bu hikâye, sanatçının Çağ Tufanı adlı eserinden esinlenerek yazılmıştır.
Hikâyede bahsi ve sözleri geçen şarkı Georges Dalaras'ın söylediği Stavros Kougioumtzis'in ölümsüz eseri "Mi mou thimonis matia mou"dur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder