GÜNEŞE AŞK
Kadın,
Adama baktı, çayından bir yudum alıp: “Sıcak” dedi.
Adam
önündeki kahve fincanının sapından tutup, tabağın üstünde sağa sola çevirerek
ve fincana bakarak: “E bekle, içme hemen” dedi.
Kadın
gülümsedi Adamın fincanı tutan eline bakarak. “Çay değil hava” dedi çay
bardağını ince belinden kavrayarak tabağına koyarken.
Adam başını
kaldırıp Kadına baktı. Kadının saçındaki incecik bir örgüye tutturulmuş olan
tavus kuşu şeklindeki altın toka, üstüne vuran güneş ışıkları ile ışıldadı.
Adam gülümseyerek elini tokaya uzattı ve dokunup fısıldar gibi: “Tavusê Melek”
dedi. Kadının gözleriyle buluştu gözleri. Gülümsediler ikisi de. Adam başını
çevirip uzaklara baktı: “Evet, hem de çok sıcak” dedi, “Sıcak… Sarı sıcak…”
Kadın Adamın
baktığı yöne, önünde uzayıp giden Mezopotamya ovasına doğru çevirdi bakışlarını.
Hafif bir sesle “sarı sıcak” diye tekrarladı
Kadın
dirseklerini masaya koyup ellerini çenesine dayadı. Gözlerini kapadı ve hafif
hafif sağa sola doğru sallanırken yüzüne bir gülümseme oturdu.
Adam Kadına
baktı ve gülümsedi… “Ne o?” dedi, “Daldın gittin”.
Kadın
gözlerini açtı, kollarını kavuşturdu masanın üstünde, gülümseyerek
Adama baktı:
“Gözümün önüne ayçiçeği tarlaları geldi” dedi. “Tüm Mezopotamya ovasını
kapladıklarını hayal ettim.”
“Mezopotamya
ovasını mı?” diye sordu hayretle Adam.
***
Ayakları
çıplaktı Kadının. Üzerindeki beyaz düz elbisesinin etekleri yerlere değiyordu.
Toprak sıcaktı, taşlar çıplak ayaklarını acıtıyordu. Önünde uzayıp giden ovaya
baktı. Kızıl saçları omuzlarına dökülüyordu. Ufuk çizgisinde yükselmeye
hazırlanan güneşin ışıkları aydınlatıyordu ortalığı.
Kadın yavaş
adımlarla yürüyordu. Dikkatle basıyordu ayaklarını yere. Yanıyor muydu, acıyor
muydu ayakları?
Yürüdüğü
yol üzerinde sağ tarafta bir çeşme vardı. Çeşmeye baktı ve oraya yöneldi. Çeşmeden cılız bir su akıyordu. Yaklaştı
Kadın, eğildi, önüne düşen saçlarını arkaya atıp ellerini birleştirip
avuçlarını açtı ve suyla doldurdu, yavaşça içti suyu…
Tekrar
uzattı avuçlarını akan suya ve suyla doldurduğu ellerini yüzüne götürüp tüm
yüzünü ıslattı. Tekrar uzattı avuçlarını suya ve bu sefer boynuna götürdü ve
ensesine doğru hareket ettirdi ellerini, boynunu ve ensesini ıslattı.
Hafifçe
doğruldu yerinde… Yürümeye devam etti…
Epeyce
yürüdü Kadın… Artık gözünün önünde uzayıp giden ova ve ufukta yükselmeye hazırlanan
güneşin ışıkları dışında bir şey görünmüyordu.
Kadın
yürüyor, güneş yavaş yavaş yükseliyordu.
Güneşin
karşısına geçti Kadın. Mezopotamya ovasını bir renk cümbüşü sarmak üzereydi.
Ellerini
göğsünde bağlayarak durdu.
“Ey Şê
Şims, bizi kötülüğe ve düşmanlığa karşı koru!
Tanrı
milletime karşı merhametli ol!
Tanrı,
milletimi çoğalt!
Tanrı,
çocuklarımızı koru!
Tanrı,
sürülerimizi koru!
Tanrı,
şehadetimiz Tavusê Melek’in adıdır!” dedi ve biraz durakladı, başını sağa doğru
eğip göğsüne doğru indirip dizlerinin üstüne çöktü, secde etti ve yeri öptü.
Kadın yavaşça
dizlerinin üstünde doğruldu ve yerinden kalkmadan güneşe bakmaya başladı.
Güneş yavaş
yavaş yükseliyordu. Birazdan herkes uyanacak, işine gücüne koşturacak, sabanlar
tarlaları sürecek, çocuklar bağırıp çağıracak, güneş ovayı sanki usta bir
ressamın fırçasından çıkmışçasına baştan aşağıya bir renk cümbüşüne çevirecekti.
Uzunca bir
süre öyle kaldı oturduğu yerde Kadın. Güneşin ufukta yükselmesini, ovayı
renkten renge boyamasını seyretti.
Ne kadar
kaldı oturduğu yerde ki, güneş yakmaya başladı tüm ovayı, sıcaklığı ve gittikçe
açık bir sarıya dönen ışığı ile ovanın üstünde yükseldikçe yükseldi.
Tam doğrulmaya
hazırlanıyordu ki, sağ omzuna dokunan bir el onu durdurdu. Kadın oturduğu yerde
kaldı, dizlerinin üstünde.
Sağ
omzundaki el sıkıca kavramıştı omzunu. Kadın başını çevirip omzundaki ele
baktı. Gülümsedi ve güneşe bakmaya devam etti oturduğu yerden.
Omzundaki
elin teması hafifledi ve elin sahibi elini çekti.
Adam, Kadının
arkasından önüne geçti ve tam karşısına geçip ayakta durdu.
Artık Kadının
baktığı yerde, tam güneşin önünde duruyordu Adam.
Kadın,
Adamın yüzüne baktı. Adamın katran karası saçlarının etrafını hale gibi çevreleyen
güneşin ışıkları gözünü alıyor, Adamın yüzünü tam olarak görmesini engelliyordu
Kadının.
Adam
gülümsedi, “Klity” dedi.
Kadın
şaşırdı ve durakladı. Yüzünü buruşturarak ve Adamın yüzünü görmeye çalışarak “Ne?”
diyebildi hafifçe?
Adamın
gülümsemesi tüm yüzünü doldurdu.
“Güneş
çiçeği” dedi Adam.
Kadın
etrafına, başını arkaya çevirip arkasına ve sonra da Adama dönüp soru soran
gözlerle baktı.
Adam
gülümsemeye devam ederek “Bilmiyor musun bu hikâyeyi?” diye sordu.
Kadın
yüzünde kırgın bir ifadeyle dudaklarını büküp, omuzlarını silkti ve önüne eğdi
başını.
“Klity
güzel bir köylü kızıdır” diye başladı Adam anlatmaya yumuşak bir ses tonuyla.
Kadın başını kaldırıp Adama baktı ve dinlemeye başladı.
Adam gene
gülümsedi “Efsaneye göre tanrılardan biri olan Apollon, yani güneş, her gün
ateş saçan arabasıyla göklerden geçerken, bu güzel kız, güneş tanrısını görür
ve ona âşık olur.”
Kadın dudaklarını
büktü ve kaşlarını çatarak Adama baktı. Adamın başının etrafını bir hale gibi
çevreleyen güneşin ışıkları katran karası saçlarının üstünde bin bir oyun
yapıyordu. Kadın bu ışık oyununa gülümseyerek baktı.
Adam
anlatmaya devam etti. “Güzel kız o kadar utangaç, o kadar çekingenmiş ki,
güneşe sevgisini bir türlü söyleyemezmiş. Sabahtan akşama dek toprağın üstüne
oturur, güneş tanrısı gökler boyunca gezip dururken gözlerini ondan ayırmazmış.”
Kadın
oturduğu yerde başını öne eğip üzerinde oturduğu toprağa baktı, ellerini
toprağın üstüne koyup parmaklarını toprağın bağrına geçirdi ve avucunda sıcak toprağı
hissetti. Yumruk haline getirdiği avuçlarındaki toprağı sıkı sıkı tuttu ve
başını kaldırıp Adama baktı.
“Kız hep
güneş nereye gidiyorsa ardından oraya bakarmış. Güneş tanrı gidip karanlık
bastığında ise üzüntüsünden başını önüne eğer ve sabaha kadar öyle beklermiş
güneş tanrının gelmesini. Zavallı kızcağız böyle güneşe baka baka ne olmuş
biliyor musun?”
Kadın
ellerini açmadan yumruklarını göğsüne götürdü ve hayır anlamına gelecek şekilde
başını iki yana salladı Adama bakarak.
Kadın,
Adamın başını bir hale gibi çevreleyen güneş ışığının katran karası saçlarının
üzerindeki yeni oyunlarına gülümsedi.
“Yüzünü hep
güneşe çeviren ‘güneş çiçeği’ olmuş.”
Kadın, Adamın
gözlerinin içine bakmaya çalışırken, Adam sağ eliyle Kadının çenesini hafifçe
kavrayarak kendine doğru çekti. Kadın elin hareketine uyarak bir kuş gibi
ayaklarının üzerine dikildi yumrukları göğsünde ve sıkılı olarak.
Kadın
utangaç bir şekilde Adama baktı. Adam Kadını kendine çekti. Kadının yumrukları
ikisinin arasında duruyordu şimdi. Yumruklarını sıkmaya devam etti Kadın.
Adam eliyle
Kadının çenesini kaldırdı kendine doğru. Gülümsedi. “Klity” dedi yumuşacık bir
ses tonuyla, “güneş çiçeğim, Mezopotamya Kraliçem benim”
Adam Kadına
sıkıca sarıldı, Kadın gözlerini kapattı. Adamın dudakları Kadının dudaklarına
değdiği an büyük bir sıcaklık hissetti Kadın, yanıyordu sanki. Gözleri
kapalıydı ama büyük bir aydınlık sardı ortalığı aniden, bembeyaz bir aydınlık.
Kadının elleri açıldı ve içindeki toprak ikisinin de vücutlarına değerek yere
dökülmeye başladı.
***
Kadın
gözlerini açtı. Bir ayçiçeği tarlasının ortasındaydı. Her taraf ayçiçeği doluydu.
Ufka kadar, boylu boyunca, ayçiçeklerinden başka hiçbir şey yoktu sanki.
Gökyüzündeki güneşin yakan, kavuran sıcağı ve ayçiçekleri…
Kadın ayçiçeklerine
baktı, hepsi aynı yöne çevirmişlerdi başlarını. Gülümsedi. O da başını
ayçiçeklerinin baktığı yöne çevirip baktı. Güneşin ışığı gözlerini aldı.
Kollarını
iki yana açıp güneşin olduğu yöne doğru yürümeye başladı. Yürürken aralarından
geçtiği ayçiçeklerine dokunuyordu elleriyle.
***
“Neden
ayçiçeği derler ki?” dedi Adam kahvesinden bir yudum alarak.
Kadın
çayını bir dikişte bitirdi. “Bilmem”
dedi. Kahveci hemen Kadının boş çay bardağını alıp yerine yeni çay bıraktı.
“Günebakandır esas adı halbuki, kimileri de gündöndü
der. Bildiğim, hiçbir dilde de ayçiçeği denmediği. Güneş çiçeği işte!” dedi
Adam.
Kahvesi
bitmişti. Kahveci yaklaştı yanlarına. Adamın boş kahve fincanını aldı ve yerine
ona sormadan bir çay bıraktı.
Adamla
Kadın birbirlerine bakıp gülümsediler.
“Bu da bu
topraklara has bir şey işte. Sormadan etmeden çayı koyuveriyorlar önüne.
İçmezsen olmaz…” dedi Adam ve şekerlikten aldığı şekerlerden attı çaya.
“Belki
ayçiçeği de bu topraklara has bir şeydir” dedi Kadın uzaklara bakarak.
“Nasıl
yani?” diye sordu Adam çayına attığı şekerleri karıştırırken.
“Mitolojide
güneş erkek, ay kadın değil midir?”
Adam soru
sorar gibi baktı Kadına. “Güneş tanrı yüzünden, ona olan aşkı yüzünden çiçeğe
dönüşmemiş midir genç kız efsaneye göre?” dedi Kadın.
Çay
bardağını belinden kavradı Adam ve kadına bakarak “Evet de…” dedi.
Kadın sanki
birazdan kahkaha atacakmış gibi gülümsedi: “Aslında o efsane şöyle devam eder
belki de” diyerek uzaklara baktı ve anlatmaya devam etti.
“Çiçeğe
dönüşmüş olan zavallı kızcağız gece olup da güneş tanrı ortalıktan kaybolunca
boynunu büküp oturur. Bütün gece ayın ışığında ayaza kesen gecenin bitmesini, sabah
olmasını, güneş tanrının ufukta görünmesini bekler.”
Kadın ayağa
kalktı ve kahvenin terasının ovaya bakan tarafındaki parmaklıklara dayanıp
kollarını göğsünde kavuşturdu. Adam da elindeki çay bardağını tabağa bırakıp kadının
yanına gitti. Kadın, Adamın geldiğini görünce korkuluklara tutunup uzaklara
bakarak anlatmaya devam etti:
“Ay ışığı
ısıtmaz zavallı çiçeği, üşütür içini. Ruhunu üşütür. Sabah olsun, sevdiceği
görünsün diye bekler. Sanki kıskanç bir kadın gibi saklar gece, güneş tanrıyı
kızcağızdan, örter dünyanın üstünü yıldızlarla süslü karanlık, simsiyah
örtüsüyle. Ay tanrıça ışığını güneşten alıyor olsa da, ısıtmaz ışığı. O ışık
içini ürpertir, canını acıtır kızın.”
“Peki,
güneş tanrı farkına varır mı bu aşkın?” diye sordu Adam.
“Bu
efsanede evet…” dedi Kadın. “Farkındadır güneş tanrı olanın bitenin. Kız kardeşi
ayın arkasına saklanıp izler geceler boyu çiçeğe dönüşen kızı. Ay tanrıça da
fark eder bu aşkı. Günün birinde gene kız güneş tanrıyı izlerken oturduğu
yerden ikisinin arasına giriverir ay tanrıça. Hava kararmaya başlar, güneş
tanrıyı göremez olur kız. Üzülür, karanlığın içinde görmeye çalışır onu.”
“Güneş
tutulması” diye gülümsedi Adam.
Başını
salladı Kadın hayır dercesine. Adam soru sorar gibi baktı Kadına.
“Bir rüzgâr
esmeye başlar. Yerdeki kumlar havalanıp uçuşmaya başlar. Kızın ağzına, burnuna
dolar, gözlerine batar, canını acıtırlar. Göz gözü görmez olur. Her yer kararır.
‘Gökyüzünde tanrılar savaşıyor, gece gündüzü yendi, güneş tanrı savaşı kaybetti’
diye konuşur insanlar. Kız insanlara seslenir; ‘kötü ruhlar esir aldı
güneşinizi, kovun onları’ der. İnsanlar gidip ellerine geçirdikleri tüm
tenekeleri birbirine vurmaya, gürültü yapmaya başlarlar. Bu karmaşada kimse
güneşin bir bulutun arkasına gizlenerek kızın yanına gittiğini fark etmez. Kız
güneşin kimselerin görmediği gülümsemesini görür. Gözlerini kamaştıran ışığını
bir tek o görmektedir. Bulutlar gizler dünyadan güneşi. İnsanlar tenekeleri
çalmaya devam eder, kötülüğü kovmaya çalışırlar.”
“Ben de bu Ege
efsanesini Mezopotamya’ya nasıl bağlayacağını düşünüyordum. Bu topraklarda
güneş tutulduğunda hâlâ tencere, tava, teneke ne bulursa çalar insanlar…” diye
gülümsedi Adam.
Kadın Adamı
duymuyor gibi devam etti: “Güneş uzanıp kendine çeker kızı ve sımsıkı sarılır.
Dudakları kızın dudaklarına değdiğinde bulutların bile saklayamadığı bir ışık
fırtınası çıkar. Kum fırtınası durulur, insanlar tenekelerini çalmayı bırakıp bütün
dünyayı ve gökyüzünü kaplayan bu ışıklara bakarlar hayran hayran. Ay tanrıça gülerek
arkasını döner, eteklerindeki hayvanları önüne salıp ormanlara doğru gider
koşarak.”
Kadın
sustu, uzaklara daldı. Adam, Kadına sarıldı. Kadın başını adamın omzuna dayayıp
uzaklara bakmaya devam ederek:
“O kız
Mezopotamya Kraliçesiydi aslında, yani Mezopotamyanın ta kendisi. Güneş bir
kum fırtınasında kalbini Kraliçeye telsim etmiş, kum fırtınası ışık fırtınasına
dönmüştü. O gün bugündür büyük bir aşkla sevdi Güneş Kraliçeyi, Güneşin aşkı
da hep cayır cayır yaktı bağrını Kraliçenin. Herkes bu aşkı kutsadı.
Mezopotamyanın mucizesiydi belki de bu… Güneş en çok Kraliçeyi sevdi…”
***
Toprak
Kadının ellerinden dökülmeye devam ediyordu yere.
Kadın
gözünü açtı… Güneş ufuk çizgisine inmeye hazırlanıyordu.
Etrafına
bakındı. Adam yoktu.
Koşar
adımlarla geldiği yolu geri yürüdü ve çeşmeye varınca durup elini yüzünü yıkadı
hızla.
Gene koşar
adımlarla biraz önce durduğu yere geri döndü. Ellerini göğsünde bağlayarak
durdu.
Güneşe
baktı uzun uzun…
“Ey Şê Şims…”
dedi, durdu ve güneşe baktı.
“Ey Şê
Şims, ey tanrı…” dedi ve etrafına bakındı, sonra kendini toparladı ve tekrar
güneşe bakarak:
“Ey Şê
Şims, ey tanrı, benden sevgini, merhametini esirgeme…
Bereketini
üstüme saç, sevgine dağlar taşlar, kurtlar kuşlar şahit olsun.
Aşkın,
sevgin benim olsun…
Tanrı,
şehadetim Tavusê Melek’in adıdır.”
Kadın
etrafına baktı şüphe dolu gözlerle. Sonra dönüp güneşe bakıp gülümsedi. Olduğu
yerde yavaşça dizlerinin üstüne eğilip oturdu. Secde etti ve toprağı öptü.
Başını
kaldırıp ufuk çizgisine inen güneşe baktı, gülümseyerek gözlerini kapattı.
Bembeyaz
bir ışık gördü önce. Sonra Adamın katran karası saçlarını hale gibi çeviren
güneşin rengârenk ışık oyunları kamaştırdı sımsıkı kapadığı gözlerini.
***
Güneş ufuk
çizgisine inmiş, gitmeye hazırlanıyordu.
Kadın
ayçiçeklerinin arasında yürüyordu hâlâ. Durdu… Güneşin giderken arkasında
bıraktığı turuncu, kırmızı, sarı sıcak ışık oyunlarını seyretti.
Güneş hızla
ufuk çizgisinde kaybolurken Kadın uzun beyaz elbisesinin eteklerini toparlayıp
ayçiçeklerinin arasına toprağın üstüne uzandı, yüzünü ovaya doğru çevirdi, sol
yanına dönüp ellerini başının altına koydu.
Toprak hâlâ
sıcaktı. Katran karası saçlı Adam arkadan yaklaştı ve sessizce yanına uzandı
Kadının.
Mezopotamya
maviden, laciverte, lacivertten siyaha boyandı sırayla ve yıldızlar göründü,
uzaktan bir denize benzeyen ovanın üstünde.
Adam ve Kadın başlarını gökyüzüne kaldırdılar. Yıldızlar ışıl ışıldı gökyüzünde. İkisinin de gözleri yavaş yavaş kapanırken, dolunay gülümsedi onlara ve yıldızlarla dolu gök kubbeyi toprağın üstüne yorgan gibi örttü.
Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" Sergisi'ndeki eserlerden esinlenerek yazılan deneme yazılarından oluşmaktadır.
Bu hikâye, sanatçının (fotoğrafı yazının başında görülen) "Güneşe Aşk" adlı eserinden esinlenerek yazılmıştır.
Yazının sonundaki fotoğraftaki eser ise yıllardır başucumda asılı duran Heather Brown adlı bir ressama ait bir eserdir.
Yazıya fikirleriyle katkıda bulunan Sezgi Sunar'a teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder