14 Ağustos 2015 Cuma

Hikâyeler Kovalar Bir Yazarı Her Daim...



Bu sıralar yazılmak isteyen gerçek hayat hikâyeleri peşimi bırakmıyor... Kovalıyorlar beni.
Onlar mı beni buluyor ben mi onları anlamak mümkün değil...

Aslında şu anda "Düşler Atölyesi"nde oldukça duygusal anlar yaşıyorum, çünkü bir yazar için inanılmaz bir hazine ile karşı karşıyayım...

Sevgili meslektaşım ve dostum Elif Çamlıkaya geçen yıl "Düşler Atölyesi"ni ziyaret ettiği zaman arşivimi gördüğünde, "bir türlü toparlanamıyorum, bir türlü düzen getiremiyorum" dediğimde, "yazar arşivi" demişti yalnızca, hiç unutmuyorum.

Dün akşamüstü, "haydi bakalım Nükhet, her müsait güne bir kutu sloganıyla yürü ve kutu kutu düzenleme işlerine başla" dedim kendime. Fotoğraflarımı düzenlemeye başladığım için, bu işe de el atabileceğimi umut ediyordum bunu derken.

Kendimi yanıltmadım ve ilk olarak "yazar arşivi" olarak adlandırılan kutularımın beyaz olanıyla işe başlamaya karar verdim.


Neden beyaz kutu? Çünkü en kolayı o olacaktı, çünkü o kutuda bazı belgeler ve evraklar vardı yanlış hatırlamıyorsam.


Evet, doğru hatırlıyordum. Rehberlik sözleşmelerini koyduğum kutuda daha neler olduğunu unutmuşum. Epeyce önemli evrak varmış


Hepsini ayırıp hızla düzenleyip yeniden kutuya yerleştirdim ama o da ne?


Kutunun en altından bir zarf çıktı...
"Aman Allahım..." demişim.


Yıllardır kaçtığım şey karşımdaydı.


Çok sevdiğim ve yakın dostluk kurduğum bir kişinin bana verdiği fotoğrafları, kendisine yazılmış olan bir aşk mektubu ile kendisinin el yazısıyla o kişiye ayrılırken okuduğu şiirin son mısraı çıktı zarftan.


Bunları bana verirken şöyle demişti: "Sen aşk kadınısın ve biliyorum bundan müthiş bir hikâye çıkarırsın. Zaten sana hikâyemi de anlattım. Bu mektubu yazanı da tanıyorsun. Ondan da beni dinledin. Bu mektup sende kalsın. Ben öldükten sonra bizim aşk hikâyemizi yazarsın."


O an ölüyorum sanmıştım... O kadar duygulanmış, onur duymuş ama bir o kadar da üzülmüştüm. Çok büyük bir aşktı evet biliyordum. İkisinden de dinlemiştim. Bundan da ziyade ben başka bir şeye üzülmüştüm. "Ben öldükten sonra..." demişti. Onun ölmesini aklımın ucundan geçiremiyordum.

"Çok uzun yaşayın inşallah ama ben bunu yazamam..." dediğimde sözümü o müthiş kendinden emin ve karşısındakine değer verdiğini göstermek istediğinde takındığı tavır ve farklı ses tonuyla kesmiş:
"Bu benim sana vasiyetimdir, yazarsın, yazmanı istiyorum. Çok da güzel yazacağına eminim..." demişti.


Kendisine söz vermek zorunda kaldım o an ve emanetlerini alıp hayran hayran incelerken,
"Soran olursa evrak-ı metrukem Nükhet'te diyeceğim, ona göre" dedi ve meşhur kahkahalarından birini atıverdi...


Mektubu yazan kişi çok yıllar önce göçtü gitti. Çok acıttı onun gidişi kalbimi. Çok severdim, çok kıymetli bir insandı. Belki de Türkiye'nin gelmiş geçmiş en kıymetli insanlarındandı. Branşında bir numaraydı ve hep de öyle olarak kalacak. Mektubun yazıldığı kişi de çok özel ve önemli bir kişi, o da alanında en önemli isimlerden.


Hikâyeyi ben kafamda kurguladım ve yazdım bile.


Ama çok şükür ki, vasiyet eden kişi hâlâ yaşıyor ve ben bu hikâyeyi yazmak zorunda değilim.

8 Ağustos 2015 Cumartesi

İyi ki Süryanice Öğreniyorum - 1


Abun dbaşmayo (Göklerdeki Babamız) duası İsa Mesih'in öğrencilerine öğrettiği duadır ve İncil'de (Matta 6: 9-13 ve Luka 11: 2-4) bahsi geçer.


Okunuşu:
Abun dbaşmayo, nethkadaş şmoh tithe melkütoh nehve sebyonoh eykanö dbaşmayö of bar'o, hablan lahmo dsunkonan yevmonö, veşbuklan havbayn vahtohayn eykanö dof hnan şbakan lhayobayn, vlö talan lnesyunö elö fasonlan menbişo metul ddilohi melkütho vhaylo vteşbuhto lıolam olmin. Amin.
(Süryanice malfonom kızmaz umarım, transliterasyon vs yapamıyoruz doğru dürüst bu platformlarda... Ama o bilir zaten okunuşu tam olması gerektiği gibi neden yazamadığımın sebebini.)
Türkçesi:
Göklerdeki Babamız, Adın kutlu olsun (kutsal kılınsın). Melekütün (krallığın - egemenliğin) gelsin. Gökte olduğu gibi yerde de (yeryüzünde de) senin istediğin olsun. Gerekli ekmeğimizi bize bugün ver (bugün bize gündelik ekmeğimizi ver). ve suçlularımızı bağışladığımız gibi, bizim suçlarımızı da bağışla (bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız gibi, sen de bizim suçlarımızı bağışla). Bizi denemeye verme (ayartılmamıza izin verme) ancak bizi kötüden kurtar. Çünkü meleküt, kudret ve izzet (egemenlik, güç ve yücelik) sonsuza dek senindir. Amin.
İlk fotoğrafta gördüğünüz dua Serto dediğimiz yazıyla hat formunda yazılmıştır. En içteki dairede tam karşınızda duran kelimeden başlıyor ve sağdan sola (Arapça gibi - Arapça zaten Süryanice'den doğmuştur) okuyorsunuz, her dairenin bitiminde bir üst daireye oku takip ederek geçip aynı sistemle devam ediyorsunuz.
İkinci fotoğraf ise yine aynı yazı stili ile yani Serto ile, normal yazılışıdır duanın. Yani en üstten başlayıp, sağdan sola okuyorsunuz...


9 Temmuz 2015 Perşembe

Objektifin Ötesindeki Efes


"Objektifin Ötesindeki Efes” fotoğraf sergimin fotoğraflarını dijital ortama geçirmek üzere arşivden çıkarıyorum.
O dönemlerde dijital sistem yoktu. Hemen hepsi de diapozitif çekimlerdi.
Eski Efes Müzesi Müdürü Selahattin Erdemgil, Efes’le ilgili bir fotoğraf sergisi yapmamı önermişti. Hemen kabul ettim. Zaman zaman gecenin geç saatlerine kadar çekimlerle uğraştım. Efes’in ışıkları sırf benim çekimler için özel olarak açıldı. Az bilinen ve ayak basılmayan yerlerde de çekim yaptım.

Dikkat edilmeyen detaylara dikkat çekmekti amacım…
Böyle doğdu “Objektifin Ötesindeki Efes” ve Efes, Salihli, İstanbul’da sergilendi.
Şu sıralar yeniden gündeme gelmeye hazırlanıyor sergim.
Her şeyden önce fotoğrafları dijital ortama aktarma işlemi için harekete geçiyorum.
Sergi fotoğrafları çerçeveli vaziyette zaten duruyorlar fotoğraf arşivimde. Fakat çerçevesiz olanları da şöyle bir kutudan çıkarıp bakayım dedim, odama tarih doldu.
Yatağa serdiklerim sergi fotoğraflarından yalnızca birkaç tanesi…
Yakında hepsini ve hikâyelerini tek tek buradan paylaşacağım...

8 Temmuz 2015 Çarşamba

Neşeli Bir Stüdyo Günü

Yepyeni bir projenin ilk adımlarını atıyoruz.

İki "yol arkadaşı", Dolunay Obruk ve ben kafa kafaya verdik ve birlikte bir yenilik yapma kararı aldık.




Dolunay benim çok sevdiğim bir arkadaşım, çok iyi bir müzisyen, besteci ve yorumcu. Tabii başka işler de yapıyor ama bizim projede ortaya çıkaracağı kimliği müzisyen kimliği.

Dolunay "Sarayın Dehlizlerinde" romanımın kapak tasarımını da yapmıştı. İstediğim çok basit bir şeydi aslında benim için. Pargalı İbrahim Paşa, sarayının dehlizlerinde yeşil kaftanını savura savura yürüyor ve kapakta arkadan görünüyor. Dehlizlerin taş duvarlarında sağlı sollu meşaleler yanıyor ve her şeyden önemlisi, kapağa bakanı içine çekiyor duygusu olsun istedim.


Uzun süre istediğim gibi bir tasarım gelmedi. Tam ümitsizliğe kapılmışken Dolunay bana kapak tasarımını yapma teklifiyle geldi.


Kitabı okumamıştı. Yukarıda anlattığım kadarıyla en fazla 3 cümlelik bir mail ile derdimi anlattım. Birkaç gün sonra tam da istediğim tasarım geldi. Yayıncım da ben de rahat bir nefes aldık.




2014 Ekim ayında Asmalımescit Yakup2'de hoş bir lansmanla çıktı kitap. Aynı ay Dolunay'ın "Yalnızca" isimli albümü de piyasaya çıkmıştı.



Kasım ayındaki meşhur Kitap Fuarı'nda yayınevim E Yayınları'nın standının duvarlarından birini Dolunay'ın tasarımı poster süslüyordu.



Günler günleri, aylar ayları kovalarken biz karşılıklı olarak sosyal medyada birbirimizin ürünlerini de paylaşmaya başladık. Çünkü garip bir paralellik vardı sanki iki üründe.

Geçtiğimiz günlerde Dolunay bana "Yalnızca" albümündeki şarkılarını hangi duygularla yazdığını, o şarkıların neler anlattığını bir de kendi açısından anlatınca, albümün "Sarayın Dehlizlerinde" ile neredeyse birebir örtüştüğünü fark ettik.




Gerisi kendiliğinden geldi. Haydi dedik, bir şeyler yapalım... Bu kitabı ve albümü bir araya getirip bir şeyler yapalım.



Kitap okurken müzik dinlemek, müzik dinlerken kitap okumak, bir insana verilecek en güzel hediye kitap ve müzik albümü gibi düşünceler kafamızda uçuşurken bazı etkinlikler yapma kararı verdik. Stüdyoda bir kayıt yapalım, bir tanıtım çalışması, ön hazırlık yapalım, bakalım ne çıkar derken kendimizi stüdyoda bulduk.

İnanılmaz neşeli, eğlenceli ve keyifli bir gün geçirdik stüdyoda. Hem çalıştık, hem eğlendik ve gördük ki, hakikaten ortak yönleri olan bu kitap ve albümle çok hoş bir yola çıkabiliriz.




Bugün yaptığımız tanıtım çekimi görücüye çıktı, beğenildi ve projemiz hayata geçmek üzere gün sayıyor...



Çok neşeli, eğlenceli, sıra dışı, keyifli etkinliklerle geliyoruz... Pek yakında...


Takipte kalın... 

17 Haziran 2015 Çarşamba

D&R Söyleşi ve İmza Günü



13 Haziran Cumartesi günü Zorlu Center D&R'da "Sarayın Dehlizlerinde" kitabımın söyleşi ve imza günü vardı.




Söyleşi konusu "Bilinmeyen Yönleriyle Pargalı İbrahim Paşa" idi.




D&R'ın sloganına bayıldım... Bütün yazarlar için aynı sloganı kullanmışlar. (...) güne imza atıyor... Süper...




Harika bir gün oldu. Telefonlar, mesajlar, çiçekler, gelen tanıdığım, tanımadığım insanlar, dostlarım, arkadaşlarım, meslektaşlarım...












Ben çok büyük bir keyifle anlattım İbrahim Paşamı... Dinleyenlerin de hoşuna gittiğini umuyorum.



Uzun zamandır görmediğim, göremediğim dostlarımı görmek de ayrı bir keyifti...



Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim: Zorlu Center D&R müdürü ve tüm personeline de profesyonellikleri ve içtenlikleri için ayrıca teşekkür ediyorum... D&R farkını gösterdiler ve yaşattılar...




“Mardin / Güneş Ülkesi” 2013 Mart ayında yayınlandığından bu yana 3. baskıya ulaştı, değişik imza günleri yapıldı, çeşitli söyleşiler gerçekleşti. 2014 senesinde “Orient Institut İstanbul”un kütüphanesine alındı, ABD Harvard ve Princeton Üniversiteleri, Kanada McGill Üniversitesi ve Congress Library tarafından başvuru kitabı olarak kabul edildi. Yine aynı sene “En İyi Turizm Yayını” dalında, Turizm Oscarları olarak kabul edilen “SKALİTE Turizmde Kalite” ödülünü aldı.


“Sarayın Dehlizlerinde” 2014 Ekim ayında çok özel bir lansmanla yayınlandıktan sonra birkaç imza günü ve söyleşi gerçekleşti, “Orient Institut İstanbul”un kütüphanesine alındı. 13 Haziran’da Zorlu Center D&R’da gerçekleşen bir söyleşi ve imza gününde okuyucusuyla buluştu.

Bir rehber kitap ve bir romanın ardından ikinci romanım “Bir İç Savaştır Aşk”ı yazmaya devam ederken ve “Son Vapur” senaryomun düzeltme safhalarındayken her iki kitabıma da yollarının açık olmasını diliyorum.

En çok da her zaman yanımda olan, sevgisini, desteğini, dostluğunu esirgemeyen kıymetli okuyucularıma teşekkür ediyorum. Sizler okudukça ben yazacağım…

12 Aralık 2014 Cuma

Karışık Duygular...



Kasım ayındaki Kitap Fuarı’nda Türkiye’deki kitap ve okumakla ilişkili konuların ardındaki gerçekleri biraz daha net görmüş biri olarak ve bir önceki yazımda da yazdığım gibi: “Kitap okuma oranının yerlerde süründüğü bir ülkede yazarlık yapıyorum. Turizmden anlamayan, gezgin olmayı bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede turizm yapıyorum, rehberlik yapıyorum… Benim masalım bu mu? Bu masalı ben mi yazıyorum?” diye geçirirken aklımdan neler oldu neler…

“Mardin/Güneş Ülkesi” kitabım Almanların istanbul’daki büyük araştırma enstitüsü Orient-Institut Istanbul’un kütüphanesine, dünyanın sayılı üniversitelerinden ABD’de Harvard, Princeton ve Kanada’da McGill’in kütüphanelerine ve yine ABD’de Congress Library’ye kabul edildiler.

Ben tam da böyle söylenirken bunların olması iyiye işaretti tabii. Sorgulanamaz bile. Dile kolay Harvard, Princeton, McGill… İlk çocuğum üniversiteli olmuştu.

Hemen ardından başka bir güzel haber geldi. “Mardin/Güneş Ülkesi” bu sefer de SKALİTE Ödülünü kazanmıştı.

Bu ödül SKAL Istanbul tarafından turizm sektöründe kalite çıtasını yükseltmeyi hedefleyen kişi, kurum ve kuruluşları ödüllendirmek için veriliyor yıllardır. Prestijli ve önemli bir ödül.

“Mardin/Güneş Ülkesi” de 17. SKALİTE Turizmde Kalite Ödülleri kapsamında, İletişim/Tanıtım kategorisinde En İyi Turizm Yayını Ödülüne lâyık görülmüştü.



10 Aralık’ta tören salonunda sahneye çağırıldığımda gözümün önünden geçenler ilginçti. Onca yıl hayal ettiğim gerçekleşmişti, sıra dışı bir rehber kitap yazmıştım, akademik ve sistematik olması konusunda başarılı olduğumu kabul edildiği kütüphaneler zaten gösteriyordu, 3. baskıya gittiği şu günlerde böyle bir ödül onun yolunu nereye çevirmişti acaba?



Hele hele Kitap Fuarı günlerinde bilmiş bilmiş “Sarayın Dehlizlerinde romanımın yolu ile ilgilenmem gerek. Onun için neler yapılabileceğine bakmam gerek. Mardin kitabımın yolu buraya kadar, o bir rehber kitap, daha fazla nereye gidebilir ki?” diye herkese ahkâm keserken, tak diye arka arkaya bunların olması ilginçti.

“Haydi bakalım, buna ne diyorsun şimdi?” demeye başladım bu sefer de kendi kendime. Evet, artık “Mardin/Güneş Ülkesi”nin hiç tahmin etmediğim ve bir o kadar da gurur duyduğum başarıları ardından nasıl bir yola gireceğini, ya da girdiğini önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Bu konuyla ilgilenmeyi ödül töreninin sonrasına bırakayım diyerek yapılması gereken bazı işleri de askıya alıp, ödül töreninin mutlu sarhoşluğundan ayılmaya çalışırken, 11 Aralık sabahı beni başka bir sürpriz bekliyordu.

Cumhuriyet Gazetesi’nin Kitap Eki’nde “Sarayın Dehlizlerinde” vardı bu hafta.




“Mardin/Güneş Ülkesi” de aynı yerde çıkmıştı. Gerçi böyle bir karşılaştırma ya da benzetme yapmak geçmedi o an aklımdan. O an gülümsedim, iki kitabım da birbirleriyle tatlı bir çekişme yaşıyorlar diye düşündüm. Aynen iki birbirini kıskanan kardeş gibi.

İkisi de benim göz bebeklerim… İkisinin de yolları açık olsun…


Ama benden söylemesi, kıskanacakları bir kardeşleri daha geliyor. Belki onlar kadar hızlı gelmeyecek ama geliyor, yolda… O arada onlar inşallah güzel yollar katederler…

26 Kasım 2014 Çarşamba

Berbatlara Uyandım...

Berbatlara uyandım…

Hava gri, yağmur yağıyor, üstelik zaman zaman sağanak. Yok ondan değil berbat hissediyor olmam. Severim ben puslu ve gri havaları, karları, yağmurları, çamurları. Başka bir şey bu berbat uyanış…

Düşünüyorum da memleketin nesine uyanayım ki? Nasıl uyanmamı bekliyordum ki?

Yine düşünüyorum yataktan çıkmadan: Ben ne yapıyorum?

Kitap okuma oranının yerlerde süründüğü bir ülkede yazarlık yapıyorum. Turizmden anlamayan, gezgin olmayı bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu bir ülkede turizm yapıyorum, rehberlik yapıyorum…

Benim masalım bu mu? Bu masalı ben mi yazıyorum?

Bir dakika, bir dakika…

Aklıma bir söz geliyor: Çoğunluk çoğunlukla haksızdır.

Evet, bu benim masalım, bu masalı ben yazıyorum ve o azınlık için yazıyorum…

Azınlık olmayı seviyorum, dostlarımın da bu azınlığa ait olmalarını…


Fırlıyorum yataktan gülerek… İyi ki varsınız, iyi ki varız sevgili azınlık…

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails