26 Kasım 2012 Pazartesi

Güneşe Yazılan Yazılar - 2


Güneşe Ağıt



Gel gece, Hades’in karanlığı gibi gel, ört üstünü şehrimin…

Tarihin en büyük acısı gelecek başımıza biraz sonra

Gel gece, sakla şehrimi, kimse görmesin bu acıyı…

***

Çık gel karanlıktan…

Yüreğim yolunu gözler

Tutku şarabını tadar ruhum seni her gördüğümde…

***

Dalgalar dövüyor bu gece kıyılarını şehrimin. Duyuyor musunuz denizin sesini?
Ayrılıklar gibi acı sesi denizin bu gece. Ayrılık şarkıları gibi…

Deniz…  Bağrında döl barındırmayan deniz…

Kime analık etmiş bugüne kadar, kim içinde yaşamı dölleyip yeşertmiş?

Kızdı mı, gerçek anayı, toprak anayı bile sürükleyip götüren deniz getirdi bize savaşı.

***

Azgın fırtınada kuduran denizde kalan denizciler gibi kaderin ellerine bıraktım kendimi.

Rüzgârlara verdim sesimi…

Dalgalarda sürüklenip gidiyorum…

Kalbimin anahtarı, acılarımın barınağı gece, gel ört üstümü.

***



Kentin ışığı söndü, siz hala neyi kutlarsınız? Görmüyor musunuz başınıza gelecekleri? Karanlık bu kadar mı kör etti sizi?

Yiyip içip eğleniyorsunuz şimdi, oysa ben duyuyorum acı çığlıklarınızı…

Kahkahalarınız ağlamalara, sızlamalara dönüşecek

Kapkara gece saracak üstümüzü

***

Suretin dudağımın ucundaki tebessüm,

Karanlığın içindeki ışıktır hayalin…

Uzaklığın o kadar yakın ki, yanar ellerim.

***

Parnassos’tan gelen Phoikisli Epeios, neden uydun Athena’nın buyruğuna, neden yaptın o silahlılarla yüklü tahta atı?

Dinlemediniz beni, Tanrıların hediyesi değil dedim ama dinlemediniz, sevinçle açtınız kapıları, aldınız ölümü içeri.

Aşkı aldığınız kapıdan şimdi de savaşı soktunuz içeri…

Şimdi şarkılarınız, danslarınız eşlik ediyor geceye.

Ama biliyorum, birazdan çıkacak tüm kötülükler saklandıkları yerden, kana bulayacaklar şehrimi. Bir ölüm çığlığı kopacak sokaklarda, analarının eteklerine yapışacak korkudan titreyen çocuklar…

Birazdan çıkacak savaş gizli sığınağından…

Kana gömülecek erkekleri şehrin, kadınları zorla götürecekler başka diyarlara…
Tutsak kadınların çığlıkları yankılanacak artık duymayan kulaklarınızda…

Dul kadınlarınız, analarınız, kızlarınız ağlaya ağlaya yas tutacaklar.

Geçmişin mutlu kenti gözyaşlarına bulanacak…

Ateşler, dumanlar gökyüzüne kadar yükselecek, kapatacak güneşi, silecek umutları.

Hala hayatta kalabilenler ağıtlar yakacak güneşe.

***



Koca koca duvarlar ördüm etrafıma. Sağlam sağlam kapılar yaptım. Kapılara kilitler vurdum.

Sakladım kalbimi içine…

Aşk kapısının anahtarı mı bu elimdeki?

Göklere yükselen duvarların arasında güneşe ağıtlar yakıyorum şimdi…
Karanlık çöktü üstüme… Göster yüzünü…

***

Şafak sökmesin istiyor kendini galip sanan mağluplar. Kahkahaları, sarhoş çığlıkları surları aşıyor, karşı kıyılardan duyuluyor.

Halbuki gitmedi onlar… Karanlıkların ardında saklanıyorlar denizin bağrında…

Birazdan çıkacak gecenin koynundan acı gülüşler, dertler, acımasız öç, azgın yürekli kavga ve hatta ölüm…

***

Kader mi demeli teknenin dümenine geçene?

Oysa ben gömmüştüm kara toprağın en derinlerine savaşı, bir daha gün görmesin diye.

Sandıklara koyup gömmüştüm acı gülüşleri, dertleri, nefreti, kini…

Beni koynunda uyutan şehir, aşkı da koynumda uyutsaydın ya…

***

Yavaş yavaş gel gece, sar üstünü şehrimin

Ninniler ağıt gibi her yerde bu gece

Öç, nefret, kin, cinayet, ölüm… Hepsinin babasıdır savaş…

***

O kadar derin ki gece, o kadar cazibeli, çekici, bir o kadar da ulaşılmaz.

***

Güneş, gecenin örtüsünü kaldır şehrimin üstünden

Biraz daha kalırsa gece savaşın soluğuyla yıkılacak her şey…

Kan akacak süt yerine anaların memelerinden. Emziremeyecekler bebelerini. 

Savaşla besleyecekler onları. Ağıtlar yakacaklar ninniler yerine.

Ağıtlar yakacaklar güneşe…

***

Göklere yükselen duvarların ardından göster yüzünü güneş… Aydınlat karanlığı, sabahın kandilinden ışık alan aşkı, sevdayı…

Gömmüştüm toprağın en derinlerine ben savaşı oysa…

***

Dökülmesin ortalığa eli kanlı cellatlar, kendini kurban edenler, gözü kara yiğitler, bahtı karalar…

Ey güneş, ne olur, göster yüzünü, savaşa değil, barışa uyandır şehrimi...

Bir kerecik de olsa haksız çıkart beni…

Kassandra mıydı benim adım yoksa?


Not: "Güneşe Yazılan Yazılar" yazı dizim Ahmet Güneştekin'in "Yüzleşme" Sergisi'ndeki eserlerden esinlenerek yazılan deneme yazılarından oluşmaktadır.

Bu hikâye düz yazı şeklinde bir ağıttır. Benim tarafımdan yazılmış olan "Işığa Ağıt" adlı tiyatro oyunundan bazı bölümler hikâyede kullanılmıştır.

"Işığa Ağıt" adlı oyunun metni Homeros'un İlyada / Hesiodos'un Tanrıların Doğuşu (Theogonia) / Euripides'in Troyalı Kadınlar / Yannis Ritsos'un Yaşlı Kadınlar ve Deniz / Nükhet Everi'nin Ölümsüzler Stoası (Stoa Athanaton) adlı eserlerinden ve Gökçen Özkalıpçı'nın Gaia şiirinden bir uyarlamadır.




Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails