7 Kasım 2008 Cuma

Mardin Günlükleri - 1

Aslında 2003’den beri Mardin’e her gidişimle ilgili düzenli günlük tutarım. Artık burada devam edeyim diyorum.

Son seyahatimde Türk grubum vardı. Mardin Çimento’nun bir işiydi. Kalite ve Çevre Kurulu’nun yönetim kurulu toplantısı Mardin’de yapılacak ve geriye kalan zamanda da Mardin ve çevre gezisi yapılacaktı.

Oyak Turizm’de programı yazdık ve Ekim sonunda Mardin Çimento’nun misafirhanesinde kalarak turumuzu da yaptık.

30 Ekim’de İstanbul’dan Ankara’ya oradan da Mardin’e uçtuk. Mardin’e gelir gelmez hemen bir panoramik tur yaptık. Sonra Mardin Çimento’ya gidip yerleştik. Ben Mardin Çimento’nun bulunduğu alanı hep dışarıdan görürdüm. Nefis bir yeşil alan. Mardin’de olmayan bir yeşillik. Misafirhane harika. Personel cidden bir numara. Misafirhane beş yıldız otelleri aratmıyor dersem inanın abartmış olmam. Servis vs herşey harika.

Neyse, ben ilk gece Mardin’e gittim. Beni arabayla bıraktırdılar Mardin Çimento’dan ve gece yarısına doğru gene arabayla aldırdılar. Gece her zaman olduğu gibi Sakine ve Hasan Özcan’a davetliydim. Benim meşhur bakırcım. Ama önce Hasan’ın oğullarının yeni açtığı dükkâna gittim, Paçavat fırınına kiliçe (çörek) siparişi verdim.


Sonra Hasanların eve gittik. Oğulları, kızları, gelin, torun müthiş bir şekilde karşılayıp ağırladılar gene beni. Sakineciğim benim için müthiş yaprak, pazı ve soğan sarma hazırlamış. Neredeyse koca tencerenin yarısını ben yedim. Harikaydı. Sakineciğim zaten müthiş yemek yapar.


31 Ekim sabahı kahvaltıdan sonra genelde erkeklerin ağırlıkta olduğu yönetim kurulu toplantısı yapılırken, biz de hanımlarla Mardin’de çarşı pazar gezdik. Bol bol alışveriş yaptı hanımlar. Özellikle de Hasan’ın oğullarının yeni dükkânı biraz boşalttılar.

(Bu fotoğraflar dükkân boşalmadan önce)

Ben de bir koşu gidip Paçavat fırınından kiliçelerimi aldım. Bana özel, üstüne yumurta sürmeden yapmışlar. Leblebi de aldım, hani ‘Dağlı’ dediklerinden, karanfille kavrulmuş olan, Mardin’e has.

Tüm çarşıyı ve 1. Caddeyi gezdik. Sabun, baharat, kumaş, eşarp, şal falan aldı herkes.

Sonra da kuyumcuya gittik. Ben Tatlıdede kuyumcusunda sevgili kuyumcularım Hilal ve Kaan’la sohbet ederken, hanımlar alışveriş yaptılar. Ben de uzun zamandır göz koyduğum bir madalyonu inceledim durdum. Onu alacağım. (Bu madalyon Sıla dizisi için hazırlanmıştı. Orada da kullandılar ama almamışlar.)


Öğle yemeği Mardin Çimento’daydı. Yemekten sonra tüm grup Mardin gezisi yaptık. Kırklar Kilisesi’nden başlayarak Postane’ye kadar her yeri yürüyerek gezdik. Marangozlar kahvesinde mırra içtik.


Turumuzu Nasra teyzeyi ziyaret ederek bitirdik. Nasra teyze, Süryani Kiliselerinin el baskısı perdelerini yapan son kişi.


Akşam yemeğimiz Cercis Murat Konağı’nda olduğu için fabrikaya geri dönüp hazırlandık ve tekrar Mardin’e döndük. Yemek her zamanki gibi muhteşemdi. Sonerciğim sağolsun bana uygun yemeklerle karnımı doyurdu ve bol bol mahlepli şarap içirdi.

1 Kasım sabahı kahvaltıdan sonra Midyat – Nusaybin turumuz için yola çıktık. Önce Deyrulumur manastırını ziyaret ettik.

Ziyaret sonrası Metropolit Samuel Aktaş, Kalite ve Çevre Kurulu üyeleriyle Midyat köylerinin sorunlarını konuştu. Bakanlık görevlileri ilgilenme sözü verdiler. Umuyorum...
Daha sonra Midyat’ı gezdik, sokakları arşınladık, Devlet Konukevi’ne gittik.

(Onlar olmasa ne yapardık? Oyak turizmin müthiş başarılı elemanları Nida ve İpek. Arkadan bize zafer işareti mi, kulak mı, boynuz mu yaptığı anlaşılamayan sevgili Handan hanım bakıyor...)

Öğle yemeği Gelüşke Han’daydı. Hanımlar çarşıda alışveriş yaparken ben de acı kahvemi içip Reyhani oyunlarını seyrettim. Hastalanmaya başladığım için kıpırdayacak halim olmadığından oyunlara katılamadım.

Mor Barsavmo Kilisesi’ni de ziyaret edip, diyakoz Ayhan beyle hoş bir sohbetten sonra, gereksiz bir saçmalıkla sabote edilen Anıtlı ziyaretini programdan çıkartıp Nusaybin’e doğru yola koyulduk.

Nusaybin’de son tren istasyonunu gezdik. Her zaman orada keçiler olur, bu sefer yoktu. Daha sonra şehirde gördüm keçilerimi.

Nusaybin’de Mor Yakup Kilisesi ve Zeynel Abidin Camii ve Sitti Zeynep türbeleri ziyaretinden sonra Kaçakçılar Çarşısı’nda mola verdim. Ben de alışveriş yaptım.


Sürme, kına, kına motifleri, çam sakızı ve üç tane de şal aldım.

Nusaybin’i severim ben. Mardin’den genelde elim kolum dolu ve aşırı para harcamış olarak dönerim ama bu sefer nedense öyle olmadı. Yukarıda saydıklarımın dışında da bir şey almadım açıkçası. Nasıl olduysa? Bir dahaki seyahate artık.

Dönüşte hava iyice kararmıştı. Mardin kalesi tamamen ışıklandırılmış, tüm şehir ışıl ışıl öyle güzeldi ki, dönecek olmanın verdiği ağırlık biniverdi üstüme, hüzünlendirdi beni.

Akşam yemeğinden sonra içtiğim mahlepli Süryani şarabı ve uzun ve keyifli sohbetler keyfimi yerine getirdi.

Şunu gördüm bir kere daha: Ben bu şehirde misafir değil ev sahibiyim.

3 yorum:

Zeynep Everi dedi ki...

Harika bir tur olmuş orası su götürmez.Ne güzel yazmışsın valla birlikte gezdiğimiz günler aklıma geldi Mardin senin Midyat benim. ;-)
Kısmetinize hava da süpermiş Nünü cüm. Özlem gdermişsin Mardin ile belli oluyor. Eline sağlık ablası :)

Nükhet Everi dedi ki...

Ah Zeynepciğim ah... O hasret hiç bitmiyor ki! Benim aklımdan da sen hiç çıkmadın Mardin'de (daha doğrusu Midyat'ta). Haliyle Mardin benim, Midyat senin. Ben İnanç Banu, sen Ruhani Banu!!! :)))) Ahmet Maden hocamızın kulakları çınlasın... Eh, sanırım artık senin de sorumlu olduğun bölgeye (Mardin Çalışma Komisyonu Midyat sorumlusu olduğunu hatırlatırım)gitme zamanıdır biran evvel. Herkes seni sorup duruyor.

Zeynep Everi dedi ki...

Nedense hep kış gelince özleniyor aslında baharlar güzel oluyor oralarda. Ben de bir kaçamak bölümü hazırladım Nünücümmm Midyat yazılarımı yayınlıyorum fotolarla. En azından kendi gezilerimle nostalji yapıyorum :))) Öptüm güzel ablam.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails