30 Eylül 2014 Salı

Yeni romana soyunmak...

Eylül ayı bayağı verimli geçti diyebilirim.

Rehberliğim açısından ilk defa oldukça az çalıştığım bir Eylül ayı idi. Ama yazarlık açısından bakılırsa verimli geçti demek gerek.

Çoğu zaman Düşler Atölyesi'ne kapandım ve yazdım.

Şimdi öncelikle şu gelinen noktada "Sarayın Dehlizleri" ismiyle yakında piyasaya çıkacak olan Pargalı İbrahim Paşa'nın tarih-kurgu türü romanının son işleriyle uğraşıyoruz. Roman güzel oldu bence. Kapak tasarımı aşamasında çok sevdiğim bir dostum, arkadaşım ve bu işleri zaten yapan ama aynı zamanda da iyi bir şarkıcı olan Dolunay Obruk bana müthiş bir illüstrasyon hazırladı. Çok etkilendim, yayınevi de beğendi. Kapak tasarımdan gelince benim daha da hoşuma gitti yapılan iş, verilen emekler. Tam hayalimdeki gibi oldu desem?

Aslında düşünüyorum da, ilk kitabım "Mardin / Güneş Ülkesi" için ne ben, ne dizgilerimizi yapan arkadaş, en de yayınevi bu kadar yorulmamıştık. Ama sonuçta o bir rehber kitaptı, (her ne kadar diğer rehber kitaplara hiç benzemese de, oldukça sıra dışı da olsa) bu ise bir roman. Rehber kitapta değişiklik yapabilirsiniz yeni baskı aşamalarında, nitekim 2. baskıya gittiğinde yaptık ta, değişen şeyler olmuştu şehirde, ayrıca gözden kaçan dizgi hataları vs.

Ama roman öyle mi ya? Bir kere baskıya gitti mi, noktasına virgülüne dokunamazsın. Dizgi hataları hariç tabii. Roman yanılmıyorsam dokuz kez gitti dizgiye. En sonunda artık tamamdır derken yine gördüm bir şeyler, eminim ileride de göreceğim ama tamamdır dedik ve bu hafta İbrahim Paşa'mı baskıya uğurluyoruz.



Bayram sonrası basılmış olacak umarım ve Ekim bitmeden de kitapçıların raflarını ve belki de vitrinlerini de süsler.

Ben bu aşamaya gelindiğinde çoktan yeni ufuklara yelken açmıştım bile. Yeni bir roman kurgulamış ve az da olsa kafamda tasarladığım ufak tefek bazı detayları bir kenara not almaya başlamıştım. Ne zaman ki elimiz biraz rahatladı ve yayınevi, tamam artık "Sarayın Dehlizlerinde" bizde, seninle bir işi kalmadı dedi, işte o an oturup yazmaya başladım yeni romanımı.

Bu nasıl bir heyecandır anlatamam...

Uzun süredir karakterler yerinde duramıyor, yumurtanın kabuğunu delmeye çalışıyor, bir an evvel hayata geçmek için sabırsızlanıyorlardı.

"Sarayın Dehlizlerinde" romanımda konu belli, başı sonu belli idi. Arası öyle gelişti gitti. Çok sevgili bir dostumun dediği gibi kalbim fısıldadı, ellerim yazdı.

Bu seferki romanda ise çok farklıydı mesele. Lübnan İç Savaşı, Yunanistan, İstanbul, Frej Apartmanı, müzik, piyano, gitar, Dalaras, Stavros Kougioumtzis müzikleri - şarkıları, Akdeniz, Ege, yelken, aşk, tutku gibi birkaç done vardı elimde. Tam oturmamış karakterler. Hiç olmayan yan karakterler. Yalnızca birkaç sahne vardı gözümün önünde onu biliyorum ve yok... Gerisi yok!

Zor bir işe soyunduğumu başından beri biliyordum ama bazen sizin isteminiz dışı gelişiyor bazı şeyler. Bu roman da diğeri gibi kendini yazdırıyor ve yazdıracak, bu belli oldu.

Yunanistanda geçen bölümleri yazdıkça alt metinleri daha bir oturtup sağlamlaştırıyordum (teknik kullanırım yazarken, sanılmasın çala kalem girişiyorum, roman tekniği kullanıyorum ama senaryo, hikâye, deneme tekniklerini de dışlamadan) evet tam bunları yaparken Yannis Ritsos'lara, Paul Eluard'lara, Kavafis'lere, Elitis'lere falan bir dalmışım... Sanırım şiirlerde bir şeyler aramak ve bulmak benim kaderimde var derken aklıma bir başka durum geldi.

Kadın kahramanımız Lübnan İç Savaşı'nda öğrenci Beyrut'ta, lise çağlarında. İç Savaşı ve acılarını yaşıyor. Konuyu fazla anlatmadan söyleyeyim, Yunanistan'a geliyor ve burada Atina'da bir müzisyenle yaşadıkları ve daha sonra gittiği İstanbul'da da Frej Apartmanı'nda geçen hayatı işlenecek romanda. Her yerde aşk ve tutku var haliyle. Bütün hikâye Lübnan İç Savaşı merkeze alınarak gelişiyor.



Dün çok sevgili bir dostum, meslektaşım ve yoluma her zaman fikirleriyle, önerileriyle ışık tutan Elif Çamlıkaya, zor bir şey seçtiğimi, Lübnan İç Savaşı'nın ne kadar karmaşık bir konu olduğunu, hatta dünyadaki en karmaşık konulardan biri olduğunu, çoğu kimsenin de kavramadığı, kavrayamadığı bir şey olduğunu vurguladı. Bakalım nerelere götürecek seni, neler yazacaksın, nasıl bağlayacaksın dedi.

İşte tam o anda "bağlamak" kavramı bir düşündürdü beni ve yine şiirlere daldım... Epey malzeme çıktı bana oradan ama bugün ne oldu?



Kahramanımız Lübnan İç Savaşı'nda lise çağlarında, Lübnan İç Savaşı 1975'te patlak veriyor ve 1991'e kadar sürüyor. Kız savaş patlak verdikten birkaç yıl sonra Yunanistan'a gidiyor. O bu acıları yaşadığı yıllarda Yunanistan daha yeni yeni buna benzer bir acıdan çıkmış. 1967-1974 yılları arasında Yunanistan'da askeri cunta dönemi. Bu romanın geçtiği yıllarda ise Türkiye 12 Eylül olayını yaşamış ve hâlâ izleri var...

Kahramanlarımızdan biri memleketini terk etmek zorunda kalıyor, ailesi nedeniyle, diğeri ise her şeye rağmen orada kalmış.

Başka kahramanlar da var bu arada.

Valla çok ilginç ve daha zorlu bir noktaya mı geldim, yoksa sembolik de olsa daha rahatlatan bir noktaya mı, bakalım göreceğiz...

Ben Düşler Atölyesi'nde yazmaya döneyim... Devrimci şairlerin satırlarında arayışımı sürdüreyim. Bu arada karakterler artık konuşmaya başladığı için romanla ilgili olsun olmasın her gün sistematik bir şekilde yazıyorum...

Ekim geldi mi çok işim var, turlar, kitap, lansman falan. En azından araştırma ve yazma aşamasında biraz daha yol almış olayım...

Haydi bakalım... Serüven bizi bekler...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails