6 Ocak 2009 Salı

Harold Pinter'in Ardından


‘Nobelli yazar Pinter öldü’ haberini okuduğumda elim yazı masamın üzerinde duran, her daim gözümün önünde olmalarından zevk ve kuvvet aldığım bir sürü tiyatro kuramı kitabının arasındaki ‘Harold Pinter Tiyatrosu’ adlı kitaba gitti. Kitabı Stanislavski, Meyerhold, Brecht, Grotowski ve Barba kitaplarının arasından çekip çıkarttım.

Uzun süre kitabı öylece tutmuşum. Düşünüyordum: ‘Nobelli yazar Pinter öldü’. 24 Aralık 2008’de gırtlak kanserine yenik düşen Pinter’in ardından söylenen buydu. Bu kadar basit bir cümle. Pinter’in bana ne ifade ettiğini, onu bilenlere ne ifade ediyor olabileceğini ve basından bu haberi okuyup onu tanımayanlara da ne ifade etmesi gerektiğini düşünüyordum bu cümlenin.

Düşüncelerden sıyrılıp elimde tuttuğum kitabın kapağına baktım. O zamanlar henüz doçent, şimdi ise profesör olan Jak Deleon’un yazdığı bu kitabı görüp aldığımda nasıl mutlu olduğumu hatırladım. Harold Pinter’in kitabın kapağındaki fotoğrafına baktım uzun uzun. Gülümsedim. Bana nedense çok şey anlatan ama Pinter’in ölüm haberiyle basında çıkan fotoğraflardan değildir o fotoğraf.

Bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm ama bir türlü gitmedi elim yazmaya. Günlerce ne yazmalı diye düşündüm. Harold Pinter dünyanın en önemli tiyatro yazarlarından biriydi, 32 oyun, 13 skeç yazmıştı. Senaristti, 24 tane senaryo yazmıştı. Müthiş bir şairdi, çok üretkendi bu alanda da. Düzyazı şeklinde eserler de bıraktı. Oyuncuydu, tiyatro ve televizyon oyunculuğunun yanı sıra tiyatro ve televizyon yönetmeniydi.

Tüm bunlardan başka insan hakları savunucusu idi. 1985’te Arthur Miller’le birlikte 12 Eylül baskısı altındaki aydınlara destek olmak için Türkiye’ye gelmişti. Yakın geçmişte Hasankeyf’i korumak için kampanya başlatmıştı.

2005 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı. Ödül töreninde İsveç Akademisi Başkanı Horace Engdahl, Pinter için “Günlük keşmekeş içindeki uçurumları gözler önüne seren ve zulmün kapalı odalarını açılmaya zorlayan bir yazar” demişti.

Pinter’i anlamak için aslında biraz Pinter Tiyatrosu’ndan bahsetmek gerekir.

Harold Pinter 10 Ekim 1930’da Hackney, Doğu Londra’da dünyaya gelir. Çocukluğu işçilerin yaşadığı, yıkılmaya yüz tutmuş evlerin, bir sabun fabrikası ve demiryollarının bulunduğu bir semtte geçer. Savaş yılları çocukluk dönemine denk gelmesine rağmen taptaze anılarla aklındadır. 16 yaşında tiyatro tutkunu İngilizce öğretmeninin yönettiği oyunda Macbeth’i canlandırır sahnede. 1948’de Kraliyet Tiyatro Akademisi’ne bursla kabul edilir.

1951’de profesyonelliğe adım atar ve ilk defa pofesyonel olarak sahneye çıkar. 1957’ye kadar farklı kentlerde farklı tiyatrolarda oyunculuk yapar ve 1957’de ilk oyununu ‘The Room’ (Oda) yazar.

1958’de (daha sonra filme de çekilecek olan) ikinci oyunu ‘The Birthday Party’ (Doğumgünü Partisi) ve 1959’da ‘The Dumb Waiter’ (Git – Gel Dolap) ile yavaş yavaş eleştirmenlerin de dikkatini çekmeye başlar. Filme de çekilen ‘The Caretaker’ (Kapıcı) oyunuyla olumlu eleştiriler, övgüler, ödüller gelmeye başlar. Pinter’in uzun ve kısa oyunları değişik tiyatrolarda sahnelenmeye başlar. Artık ünü dünyayı sarmıştır. 60’lı yıllarda ‘The Homecoming’ (Eve Dönüş), ‘Landscape’ (Manzara) ve ‘Silence’ (Susku) ile Pinter başarısını daha da yukarılara taşır ve ödüller almaya da devam eder.

1970’de Hamburg Üniversitesi’nden Shakespeare Ödülü, Reading Üniversitesi tarafından Onursal Doktor ünvanı alır.

‘Old Times’ (Eski Zamanlar), ‘No Man’s Land’ (Issız Topraklar), ‘Betrayal’ (Aldatma), ‘Family Voices’ (Aile Sesleri), ‘A Kind of Alaska’ (Bir Tür Alaska), ‘Victoria Station’ (Victoria İstasyonu) ile 1970 – 80 arası başarı merdivenlerini hızla tırmanır ve daha pek çok oyunla 2000’li yıllara gelir.

Pinter, Ionesco, Beckett ve Genet gibi ‘Uyumsuz Tiyatro’ yazarları arasında anılır. Fakat tarzıyla ve kullandığı dil ile hepsinden ayrılır. Hatta o kadar farklıdır ki, ‘Pinteresque’ (Pintervari) diye adlandırılmıştır tiyatro stili.

Sırf bu sebeple hakkında ciddi akademik araştırmaları, çalışmaları, ciddi yayınları hakediyor Harold Pinter Tiyatrosu. Ve gene bu nedenle Jak Deleon’un kitabı yeniden gündeme oturuyor ve önem kazanıyor.

Deleon kitabında, Pinter’in tiyatrosunda insanların düşleyip özlemini çektikleri yaşam ile sürdürmekte oldukları yaşam arasında onulmaz bir boşluğun varlığına dikkatimizi çekiyor.

Pinter, tiyatrosunda insanın evrensel yalnızlığını işler. Soyut kavramlarla değil, insan olmanın somut deneyimi ile ilgilenir. Kişileri simgesel değil, gerçek varlıklardır. Entellektüel söylevler verip simgesel atılımlara geçemezler. Pinter gerçeği çarpıtmaktansa gerçekçi bir anlayış içinde sergilemeyi yeğler. Pinter’in gerçekçilik anlayışı sahne diline yeni boyutlar getirmiştir. İlk anda tümü ile mantıksız ve uyumsuz gibi görünen bu dil, aslında sözcüklerin kendilerinin değil, insanların sözlerle birbirlerine yaptıklarının önemli olduğunu kanıtlar. Dil amaç değil, araçtır.

Bir konuşmasında Pinter şöyle der: ‘Oyunlarımda olanlar benim içimde de oluyor.’ Yani Pinter kişileri ile birlikte yaşar, kaygılarını bölüşür.

İşte tam bu noktada durup Pinter’i yeniden okumak ve iyi anlamak gerektiğini düşünüyorum. Yazdıkları aslında gerçek yaşamın, hatta kendisinin yansımasıdır. Doğru ve düzgün insandır, adam gibi adamdır, insan gibi insandır.

Pinter Tiyatrosu’nun özü: ‘Yaşamayı sürdürmek ve yaşamı kırbaçlayan istemi yadsımamaktır’.

Harold Pinter hakkında detaylı bilgi için:
http://www.haroldpinter.org/

Faydalanılan kaynak: Jak Deleon ‘Harold Pinter Tiyatrosu’

2 yorum:

papagangibi dedi ki...

ne güzel anlatmışsın Pinter'ı. Kendisi benim de en çok sevdiğim tiyatro yazarları arasında yer alıyor. Tüm eserleri ayrı ayrı okunmaya ve sahnelenmeye değer. Üniversitelerin tiyatro bölümlerine ders konusu olarak Pinter Tiyatrosu çoktan girmişti zaten. Oyunlarında; kişilerin içinde bulunduğu dünya, dışardaki dünya ve tehditler, dil sorunları ve çok ciddi sistem eleştirisi ve politik eleştiri vardır. Anlamsız görünen bir çok şey anlamlıdır aslında. Bu yüzden döneminin diğer yazarlarından ayrılır. Bazı oyunları mesela Dağ dili içimi sızlatmıştı. Dil sorunu, insanın içine hapsolduğu yalnızlık, çok etkileyiciydi. Git gel dolapdaki Ben'le Gas yanlış hatırlamıyorsam isimlerini onları da eğlenceli, ama oyunun bütününün getirdiği eleştiriyi çok ciddi bulmuştum. Tekrar takrar okumak lazım aslında Pinter'ı. İyi ki yazmışsın, bu yazıyı okuduğuma çok mutlu oldum :)

Nükhet Everi dedi ki...

Sagol canım ya... Onu anlayan ve tanıyan birini bulmak çok mutlu etti beni...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails