28 Temmuz 2008 Pazartesi

Yüzleşmeler - 1

İslomania


(Ada deliliği)

Dün gece geç saatte Hürriyet gazetesinin o saate kadar okuyamadığım Pazar ekini alıp yatağa uzanıp okumaya karar verdim. Birden 'Ada deliliği' diye bir yazı gördüm ve herşeyi unutup yazıya daldım.

'Aman Tanrım, ben de mi islomania hastalığından muzdarip bir insanım acep?' diye düşünerek gazeteyi bırakıp ışığı söndürüp yattım.

Sabah kalktığımda gazetedeki 'Ada deliliği' lafı bana fena halde sırıtıyordu.

Bu durum bütün gün aklımın köşelerini tuttu.

Sonunda şöyle bir karar aldım. 'Kızım, sen Not Defteri adlı blogunu niye açtın? Yazı yazma serüveninde gün içinde başından bir sürü şey geçiyor. Veganım, dünyayı kirletmeyeyim, her kâğıt bana katledilmiş bir ormanı hatırlatıyor diye diye günlük tutmuyorsun, bari yaşadıklarımı, yazmak isteyip yazamadıklarımı yazayım diye açmadın mı bu blogu? Otur yaz bunu da işte, yazarak düşün. Ne bileyim yüzleş kendinle...'

Aradım taradım, bulduklarım ilginç. Yüzleşmeler diye bir şey başlatayım dedim. Zaman içinde bambaşka konular değişik şeyler çıkar bunları da böyle tefrika gibi yazar da yazarım. :)

Bakalım ne kadar cesurum? Ne kadar dürüstüm?

Şimdi, gazetede bu konuda yapılan araştırma sonucu ulaşılan bilgilere ben de ulaştım. Ama gazetede yer sorunu nedeniyle bazı bilgilere yer verilmemiş. Gazeteyi şimdilik bir kenara bırakıp bilgilere bir göz atalım:

İslomania tıp kitaplarında adı geçmeyen bir rahatsızlıkmış. Bu kavramı da ilk kez İngiliz yazar Lawrence Durrell 'Reflections on a Marine Venus' adlı kitabında kullanmış. Durrell şöyle diyor:

"Gideon'un karalama defterleri arasında bir gün, daha tıp bilimine geçmemiş hastalıkların bir listesini bulmuştum, bunlar arasında çok seyrek rastlanan ama tanınmadığı da ileri sürülemeyecek bir ruh hastalığının adı olarak "Islomania" sözcüğü de göze çarpıyordu. Bunu açıklamak için Gideon, adalarda her nasılsa karşı konmaz bir çekicilik bulan insanların olduğunu söylerdi hep. Bir adada, denizle çevrili küçük bir dünyada olduklarını bilmek bile, böylelerinin içini sözle anlatılmaz bir esrimeyle dolduruverir. Bu doğuştan ada-tutkunları, derdi Gideon, doğrudan doğruya Atlantislilerin soyundandırlar, ada yaşamına bilinçaltlarında süren özlem, yitik Atlantis ülkesine yönelmiştir." (Ada - İngiliz Yazınında Ada Kavramı - Akşit Göktürk)
http://www.hafif.org/yazi/islomania-ada-manyakligi

Şimdi buraya kadar olan kısım bu konuyla ilgili bulduklarım. Tamam. Bu noktada gazetede şöyle bir saptama yapılmış:

Ama bazı insanlar için dünyadan kopmak ceza değil ödül. Bir adada kendini ulaşılmaz bir yerde hissetmeden yaşamayanlar da var. Ada deliliği deyince aklınıza ada sevgisi gelmesin. Bir süre bir adaya gidip tatil yapmaktan hoşlanmak gibi bir şey değil bu. Ya da her adalı otomatik olarak ada maynağı değil. İslomania, adalar için duyulan bir saplantı, önlenemez bir tutku. İslomanlar aslında bir adada kendi kafalarındaki cenneti yaratıyor; onun zor ulaşılır olması da cennetin gizli ve özel olduğunu hissettiriyor onlara.




Gene yukarıdaki yazıya dönersek orada da şöyle devam ediyor:

Tabiî bu tanımı "adaseverlik" ile de karıştırmamak gerekir; bir süreliğine bir adaya gidip orada balık tutmak değildir islomanyaklık. Adalı olmak da değildir. Hiçbir islomanyak adalı değildir, bazi adalıların islomanyak olma ihtimalleri olsa bile. Karışıklığa yol açan konu ile ilgili diğer bir kavram da "adaseverler". Adasever olmak da islomanyak olmaktan farklı bir durum. Adaseverler zaman zaman adalarda bulunmaktan hoslanan, balık tutan, dalan, tabir uygunsa pasif islomanyaklardır. Durell'in kavramını onun düşündüğü şekilde geliştirirsek şöyle bir islomanyak tanımı ortaya çıkabilir: " İslomanyaklar adalarda karşı konulmaz bir çekicilik bulan ve adalarda doğmasalar bile, buralara ellerinde de olmaksızın katma değer ekleyen insanlardır." Çünkü islomanyaklar aslında kendi kafalarındaki cenneti yaratmaktadırlar...




Gazetede bir de şu var:

Ada literatürü de islomanlar için önemli. Bir ada ülkede yaşayan İngilizler bu işe kafayı takmış. www.islomania.com sitesi islomanlara hizmet ediyor. Ada haberleri, ada tarihleri, İngilizce ada edebiyatı araştırmaları bu sitede toplanmış. Adaların batı kültüründe mistik bir anlamı var. Yüzyıllardır kahramanlık yolculuklarıyla, kutsal arayışlarla, hayali ülkelerle ilişkilendirilmişler. Bir görüşe göre adalar, artık karada bulamadığınız bir "bağsızlık" hissini sağlıyor. Amerikalı tarihçi ve yazar Thurston Clarke (62), "Cenneti Aramak" ve "Islomania" isimleriyle basılan kitabında islomanlardan şöyle bahsediyor: "İnanıyorum ki onlar, adaların bizi daha "iyi insan" olmaya ittiğini keşfedecek hassasiyete sahipler. Adalar bizi komşularımızla el sıkışmaya, kendimizi dinlemeye (hatta belki Tanrı’yı da) tarihe ve doğanın çizdiği sınırlara saygı duymaya, vahşi doğa ve güzellikle iç içe yaşamaya alıştırır. İşte bu nedenle, dünyanın küresel köye dönmesi veya küresel ısınma yüzünden bir ada kaybedilirse, anakaradaki bir toprak parçasından çok daha fazla kaybedilmiş demektir."

Evet, gelelim şimdi meseleyi irdelemeye. Ben isloman mıyım? Sanırım...

Kendimi bildim bileli adalar beni çekmiştir. Çocukluğumdan beri böyle bu.

- Harita üstünde ne kadar ada varsa inceler ve onlarla ilgili hayâller kurardım.

- Uzun süre koskoca kadın olmama rağmen en sevdiğim çizgi film Pırıl Ada idi. Hâlâ etkisi vardır üstümde. İçim bir garip oluyor aklıma gelince o çizgi film.

- Ne kadar ada konulu film varsa seyretmeye çalışırım. En basitinden, Il Postino ve Stromboli filmleri beni ne kadar derinden etkilemiştir. Onlarca kez seyretmişimdir. Kendimi o filmleri seyrederken bir nevi güven içinde hisseder ve mutlu olurum. Garip aslında. Hele Stromboli düşünülürse...

- Ege yollarında her adaya hayran, salak salak bakarken bulurum kendimi. Turu bırakıp kendimi Bozcaadaya ya da Midilli'ye atma planları yaparım hep.

- Çocukken babamla sahil boylarında yolculuk ederken kıyıda kendimi karşıdaki adalarda hayâl ederken bulurdum.

- Minnacık bir adacık bile beni deli gibi coşturup iyileştiren bir özelliğe sahiptir. Araba kullanırken bazı yollara birazdan göreceğim bir ada sebebiyle katlandığımı bile bilirim.

- Küba'da yaşarken orası bana ada gibi gelmemişti hiç. Fazla büyük. Ama birgün Küba'nın adası Cayo Largo'ya gittiğimde nasıl mutlu olmuş, sahildeki bembeyaz kumlarda nasıl uçak gelmese ya da uçağı kaçırsam da burada mahsur kalsam, dönemesem diye dualar etmiştim.

Ben daha bu ve buna benzer onlarca hikâyemi sıralayabilirim.

Peki, Kınalıada aşkıma ne demeli? Oraya yerleşme hayâllerime? Oradan ev alıp orada yaşama arzuma? Orada mahsur kalmak istememe, her gittiğimde şehire geri dönmenin travmasını taşımak zorunda kalmanın ağırlığına?

Ben bir 'adalı' değilim, bir 'adasever' hiç değilim.

Bu arada, kendi senaryomdaki adalar konusu da bu konuyu okuyup araştırdığım an kafamı kurcalayıverdi. Kınalıada ve Burgazada var senaryoda ve adalar arınmış bölge, steril. Hatta senaryomda adalar ilk başta gerçeklerden kaçılan yer gibi görülse de aslında gerçeklerle yüzleşilen yer oluveriyor.

Ben sevdim bu Atlantis soyundan gelme, bu cezalı planette oralara özlem duyma, yani islomania durumunu, durumumu...

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails