9 Eylül 2008 Salı

Eski bir eylül yazısı...

Seneler önce köşelerimde yazdığım bir eylül yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum. Yazıdan sonra da şimdiki duygularımı...

DEJA VU

Bu yazının başlığı ne olsun? İşte bu mesele günlerdir mide kramplarına hatta baş ağrılarına sebep oluyordu.

Sebep şu: Mardin Çalışma Grubu yazısı güncelliği sebebiyle biraz daha orada yerinde dursun, okunsun istedim. İkinci olarak yollamayı düşündüğüm yazı daha ileri bir tarihe ertelenmek zorunda kaldı. Ben de bari başka bir yazı yollayayım dedim.

Hayatta en sevmediğim şey kendimi tekrarlamaktır. Tam bir yıl önce bir yazı yazmışım. Yazının adı “Güzeldir Istanbul’un eylülü”, tarih 15.09.2002, günlerden de Pazar. Kaç gündür kasılıp duruyorum. Yapma Nükhet, etme Nükhet... Bekletip duruyorum yazıyı. İyi ki de beklemişim, Güvercin Postası yazarlarından rehber dostum Sevda Kali’nin yeni yazısının adı: “İstanbul eylül’ü”

Bugün 14 eylül 2003 Pazar... Ne yazsam peki diye düşünürken gazetede Pakize Suda köşesinde ne yazmaya görsün: “Baktım da her sene bir “eylül” yazısı yazmışım. Başkaları da yazıyor. Ama ağustosa bir şey yok. Şubata, aralığa falan da... Eylül önemli demek. İnsanın edebi yanını harekete geçiriyor.” Buyurun, buradan yakın. Güler misin, ağlar mısın?

Bu sene eylülün ikinci Pazarında Istanbul’da değilim. Yollardayım. Çok sevdiğim, taparcasına sevdiğim zeytin ağaçlarının, nar ağaçlarının arasından geçerek ilerliyorum. Ayvalar olmaya yüz tutmuş. Pamuk tarlaları... İlk hasat geride kalmış bile. Tütünler, sonra göz alabildiğince üzüm bağları... Yerlere serilmiş kurutulan üzümler. Domatesler, biberler. İnsanlar hep tarlalarda.

Evet anladınız Ege’deyim bu sefer, Istanbul’da değil. Pamukkale’ye doğru gidiyoruz. Yok yok karar veriyorum. Ben bir eylül yazısı yazacağım. Kendimi tekrarlamak pahasına da olsa. Tekrarlamam mümkün değil zaten, çünkü her şeyden evvel Istanbul’da değilim ki! Halbuki Güzeldir İstanbul’un eylül’ü...

Tabiata bakmaya başlıyorum ilerleyen otobüsün ön camından. “Daha ne güzel günler olur. Bunun ekimi var, kasımı var... Sen sıcakları sevmezsin...” diyorum. “Eylülün farkı ne?” diye soruyorum kendime. Buldum! Tabiatı incelerseniz cevap kendiliğinden geliyor. Eylül ayında tabiat, o yazın getirdiği rehavetten çıkıp şöyle bir şaha kalkıyor. “Ben yakında gidiyorum, haydi eyvallah!” der gibi.

Şimdi Istanbul’da olsaydım keşke... Bugün Pazar, uzun bir aradan sonra en sevdiğim televizyon programı başladı ve ben yollarda olduğum için seyredemiyorum. Eğer bu turlarımın Pazar günü Anadolu’ya değil de geçen sene olduğu gibi Istanbul’a denk gelseydi, turistlerim Taksimde dolaşırken ben ‘The Marmara’ Otelinin V.S.O.P barının koca ekranında hayatımın olmazsa olmazlarının en baş köşesini tutan Kafe Siyaset programını seyrediyor olacaktım CNN TÜRK’te.

Tabiî ki “eylül” yazıları yazacak birileri. Yazın o insanı durmuş dünyaya çeviren sıcaklarından kurtulmanın, dünyada gidecek başka yer yokmuş gibi habire ısıtılıp ısıtılıp önümüze sunulan Bodrum ve Antalya geyiklerinin sona ermesinin, yeniden hareketlenmenin, hayata başlamanın dürtüsü ve sevici ile ne yapsın? Eylül yazıları yazacak tabiî.

Gerçi eylül ayı ne dünyaya ne de Türkiye’ye pek yaramıyor. Bu örnekleri ile ortada. 6-7 eylüller, 12 eylüller, 11 eylüller. Neyse, herkes neyin ne olduğunu biliyor, her ne kadar bellek silinmesi adeti içinde yaşayan bir toplum da olsak... Değişmez bazı şeyler.

Ama değişmeyen güzel şeyler de var. Çiçek Arif dolar Pazartesi akşamları altı yedi arası. Tarzından asla ödün vermeden, çizgisini bozmadan. Onun gibi olan pek çok var aslında. Örnek mi? Yakup’a yemeğe gidilir. Hep aynı hava, hep güzel tatlar, hep güzel insanlar, hep uygun fiyatlar. Havalar iyice bozulana kadar terası tıklım tıklım olur. Ne bozar ne de bozdururlar buraları. Galeriler, resim sergileri, sinemalar, yeni çıkan albümler, kitaplar. Bebek’te, doğduğum, büyüdüğüm, yıllarca yaşadığım ve hâlâ da kopamadığım semtte çay içerim, yürüyüşler yaparım. Beyoğlu’nu doya doya yaşar, Arkadaş Kitapevi’ni mutlaka kolumun altında üç beş kitap, bir iki cd ile terk ederim. Kaktüs’e uğramazsam yarım hissederim kendimi.

Aynen geçen sene olduğu gibi gene önümde 10 gün kadar bir yol var. Gene Istanbul’un eylülünden ayrı. Ama olsun, gittiğim yerlerde de eylül güzeldir. Kaç zaman oldu, Cunda’ya gidip Taş Kahve’de çay içmeyeli, Deniz restaurant’ta balık yemeyeli, rakı içmeyeli... Gidemediğim ve gidemeyeceğim yerlerde de güzeldir eylül... Güzeldir Türkiye’nin eylül’ü...

Çünkü zeytin ağaçları gelecek sene nasıl bir zeytinin soframıza geleceğini, nasıl bir zeytinyağı yiyeceğimizi belli etmiştir. Cevizler olmuş, narlar şimdiden kocaman kocaman etrafı seyredip ayvalara ‘haydi siz de olun, dallar taşıyamasın ağırlığınızı, insanlar da bize bakıp bakıp, eyvah, kış gene çok ağır geçecek desin’ der gibidirler. Üzümler yavaş yavaş toplanırken, bir kısmı kurutulmaya, bir kısmı şıra, sirke, şarap olmaya ayrılmış. Tütünler gururlu boyunlarını uzatırlar tarladan. Domatesler, biberler olmuş. Koyunlar kırpılmış gene. Pamuk ilk hasadını yolcu etmiş, gururla güneşin altına uzanmış. Daha saymakla bitmez. Sıra patatese, şeker pancarına, diğer sebze ve meyvelere gelirse bitmez. Bir konu için, bir halı motifi için ömür tükenir bu memlekette, gene bitmez. Bitemez!

Bozkırda güzeldir eylül, deniz kenarında, dağlarda, ovalarda. Mardin’de Kasımiye Medresesine, Ağrı dağına, Van’da Ahtamar adasına, Kapadokya’da Kızıl Vadiye, Van kalesine, Efes’in mermerlerine, Trabzon’da Sümela manastırına, Diyarbakır’da Ulu Camiye, Afrodisias’ta Afrodit tapınağına, Ankara’da Anıtkabir’in üzerine vururken akşam güneşi, Güzeldir Türkiye’nin eylül’ü...

Sonra ben gene geçen sene olduğu gibi, sırt çantamı, defterimi kalemimi, fotoğraf makinelerimi toplayıp, dilimde Mardin türküleri düşeceğim yollara. Gene Mardin, gene bir eğitim gezisi. Uçak Ankara’da aktarma yaparken, aşkından ve hasretinden yandığım Ankara’nın ancak bir iki saat havasını soluyabileceğim, o da uzaktan, havaalanından. Dayanamayıp, en kısa zamanda Ankara’ya gitme kararı alacağım.

Ben bir deja vu yaşıyorum. Bir iki farklılıkla da olsa, bunlar iyi veya kötü de olsa, yanımda her an bana deja vu yaşadığımı anımsatan yeğenim Caner’im olmasa da, Mardin gezimin başı bir Unesco toplantısı, sonu da bir Urfa gezisi de olsa; yani ciddi boyutta çok kötü ve çok iyi gelişmelerin olmasına rağmen bu bir deja vu!

Her sene hayatın içinde oluşan, halkalara eklenen, halkalardan kopan pek çok önemli veya önemsiz olayın dışında, böyle deja vu’ya can kurban diyesim geliyor.

Siz gelecek sene eylülün ikinci Pazarı bu yazıyı gene okuyun. Ben eğer Mete Belovacıklı yapmaya devam ediyorsa Kafe Siyaset seyrediyor veya seyredemediğim için hayıflanıyor olacağım. Gene Çiçek Bar, gene Yakup, gene Bebek, gene Beyoğlu olacak. Ben deja vu yaşamaya devam edeceğim.

Ama gelecek sene eylülün ikinci Pazarı ayın 12si olacak. Umarım Türkiye bir deja vu yaşamayacak...

Ve ben bir yerlerde şöyle diyeceğim:
Güzeldir Istanbul’un eylül’ü...
Güzeldir Türkiye’nin eylül’ü...

İşte böyle demişim...

İyi demişim demesine de, o günden bugüne neler değişti neler...

Artık The Marmara Cafe ve V.S.O.P bar yok, var da işletmecisi de ismi de değişti.

Sevgili Mete Belovacıklı'nın o harika programı çoktan bitti, o arada köprülerin altınadan ne sular aktı ne sular ve bugün Mete Belovacıklı ATA TV'nin genel yayın yönetmeni ve Cuma günleri saat 11.00'de harika başka bir program yapıyor kendi televizyonunda. Politik bombanın pimini çeken sevgili arkadaşımı da zevkle ve gururla izliyorum denk geldikçe.

Beyoğlu faslında değişen bir şey yok. Bu harika tarafı işin.

Gerçekten de Türkiye'nin yalnızca o saydığım noktalarında değil, her yerinde en güzel aydır eylül... Güzeldir Türkiye'nin eylül'ü...

Ne yazık ki, yukarıda ağızları sulandıracak şekilde sayılmış olan ve Türkiye'nin bereketini, bereketli topraklarını hatırlatan o hasat dönemleri eskisi gibi yaşanmıyor artık. Cahil ve bilgisiz idarelerin elinde Türkiye'nin belkemiği turizm, tekstil ve tarım sektörlerinin ne hale geldiği herkesin bilgisi dahilindedir.

Özellikle fotoğraf kullanmadım bu yazıda. Hayal edin istedim. Eylül güneşini düşleyin, ovaları, bozkırları, deniz kenarlarını hayalinizde görüntüleyin, kendi fotoğraflarınızı çekin istedim...

Deja vu'dan şikayet etmezdim inanın, yeter ki yaşasaydık. Ama ne yazık ki, bereketli topraklarımız, hasat dönemi, turizm vs açısından ne deja vu'su? Yaşayacak bir şey kalmadı ki!

Ama her şeye rağmen, gene de: Güzeldir Türkiye'nin eylül'ü...

2 yorum:

Yasemin/Beril dedi ki...

Hatırlarsan Kalite'de Eylül'ün benim için anlamını konuşmuştuk. Hayatımın en önemli ayı, bütün güzellikleri beraberinde getirdiği için. Benim için bir son değil, başlangıçların ayı eylül, ve ben çok seviyorum eylül'ü bir de "Eylül Berilimi"..

Nükhet Everi dedi ki...

Hatırlamaz mıyım güzelim... Her kelimesini hatırlıyorum konuştuklarımızın.
Ama eylül ciddi anlamda sonu ve başı birleştiren sıfır noktasıdır çoğu zaman.
Lady'mi aldı, Lady bambaşka bir başlangıca gitti örneğin...
Bu arada, Beril hakkındaki fikrimi biliyorsun: ARTİST o artist...
:)))))

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails