10 Eylül 2008 Çarşamba

İmdat! Kafama MİM düştü...

Bir MİM paslamadır gidiyor bazı arkadaşların arasında. Oldukça da keyifli bir şey. Bir konu atıyor biri ortaya, o konuyla ilgili bir şeyler yazıp birilerine paslıyor. Pasladığı kişiler de bu konuyla ilgili yazıyorlar.

Ben bunları sırıta sırıta okurken dün akşam kafama küt diye bir MİM düştü. Efendim, hikâyesi şu: Alice bir konu başlatmış 'Ev hayatında nelerden nefret edersin?' diye, yazmış etmiş sonra da birilerine paslamış ve bu birilerinden biri Aydan Atlayan Kedi... Anam kıyamam, o da oturmuş yazmış miyav miyav. Sonra ben de paslayayım bakim demiş ve MİM topunu alıp aydan atlayıvermiş ve atlarken topu düşürmüş.

Netice? Hayır, Hatice değil... Ben! :)))) Aydan atlayan kedinin elinden top fırlamış, geldi küt diye kafama çarptı. Eh, başa gelen çekilir. Başa da gelmedi ya, çarptı. Dua ediyorum bu kedi aydan atlıyor habire, ya bir de Uranüs'ten, Satürn'den falan atlasaydı... Aman aman, o kadar uzaktan ne olur bilemem.

Neyse... gelelim meseleye. Top bende. Mimlendik işte. Düşüneyim bakalım.

Şimdi, öncelikle belirteyim, nefret ettiğim şeyler vardır da, bende değişik duygular uyandıran şeyleri de o duygularla yazarım, örneğin, hoşlanmamak, gıcık olmak vs gibi. Her şeyden nefret edemem, etmem de ama nefret kapsamına girmeyen şeyleri de yazayım...

Ben hayatıma giren evleri yazayım ve orada nelerden nefret vs ettiğimi... Genel şeyleri de belirtirim.

- İstanbul Bebek'li bir ailenin çocuğuyum. Doğduğumda babamın işi nedeniyle Çiftehavuzlarda müthiş güzel bir evde oturuyormuşuz. Cumhuriyet dönemi fotoğrafçılarından Kemal T. Everi'nin torunu olduğum için büyük bir şansım var. Müthiş bir fotoğraf koleksiyonu var elimde. Ayrıca babam da harika fotoğraf çektiği için bir de ondan kalanlar var. Armut dibine düşer, ben de iyi fotoğraf çekerim, sergilerim bile oldu. Neyse, bu evin balkonu evin gül bahçesine açılırmış. Annemin filmini çekmiş babam, oradan biliyorum. Annem de anlatır. Güzel bir evmiş, fotoğraflarını filan gördüm. Ama hatırlamıyorum haliyle. Çok bebekmişim. Herhalde nefret etmezdim orayı bilinçli yaşasaydım herhangi bir şeyden.

- Hemen ardından Bebek'te postanenin üstündeki eve taşınmışız. Orayı da hatırlamıyorum ne yazık ki. Sanırım beş yaşıma kadar orada yaşamışız. Kardeşim Zizi (Zeynep) orada doğmuş. Hiç bilmiyorum o evi. Fotoğrafları da yok galiba.

- İlk hatırladığım ev Bebek ana caddedeki evimiz. Lulu's isimli mekânın önünde durun, o binada Ebil kuaförün üst katında soldaki dairede otururduk. Ben o evi çok seviyordum. Eskiden en altta, bugün Lulu's denen mekânın bulunduğu yerde bizim dairenin altının altında yani Kadir manav (Arap Kadir de derlerdi), sağ tarafta da Selâhattin bey'in eczanesi vardı. Selâhattin bey ordinaryus profesördü. Bir de 'Kızım' adında çok şeker bir kedisi vardı. Ben kedi kavramını ilk orada algıladığımı hatırlıyorum. Çok severdim o kediyi.

- Bizim daireye dışarıdan merdivenle ulaşılıyordu. O evde nefret ettiğim şey boş duvarlardı. Babam harika resim yapardı ve yaptığı resimler genelde evin duvarlarını süslerdi ama gene de ev çok küçük olmadığı için duvarlarda bayağı bir boşluk kalırdı. Ben de bu sebeple duvarları boyamıştım. Gıcık olmuştum boş duran bir duvara. Kimse kızmamıştı ve o duvar çok uzun süre benim sanat şaheserime ev sahipliği yapmıştı. Picasso halt etmişti yanımda vallahi... O derece yani!

O evde gıcık olduğum şeylerden biri benim kızkardeşimle paylaştığım odanın merdivenlere bakıyor olması ve perdeler açıksa gelen gidenin benim odama bakabiliyor olmasıydı. Ta o zamanlardan beridir insanların herhangi bir yerin perdesi açıksa içeriye büyük bir zevkle göz atması, daha doğrusu içeriyi dikizlemesi en gıcık olduğum şeydir. Bir keresinde sütçü Ahmet efendi akşama doğru hava bayağı karardığında gelmişti, ev hıncahınç dolu, ben odamda oynuyorum. Bir şimşek çaktı o anda adamı camdan bana bakarken gördüm, ne korkmuştum. Iyh, düşünsenize, arkasında şimşekler çakan bir adam görüntüsü, hem de çok sevdiğiniz birisi. Ta o zamandan beri evde korku filmi seyretmekten nefret ederim... Iyhhhh...

O evde en gıcık olduğum şey uzun koridoruydu. Belki bana öyle geliyordu. Ama gıcık kızkardeşim her sefer o koridorda acayip oyunlar uydurur ve ben salağını yenerdi. En gıcık olduğum şey koridorlarda geçirilen zamandır ev yaşamında.

Uyumaya zorlanmak, haliyle çocuklukta hepimizin başına gelmiş bir şeydir. Kardeşim, ben koç burcuyum, yükselenim de aslan, delirdiniz galiba, koçlar uyumaz, uyursa bir şeyler kaçırdığını zanneder. Aman of, ta o zamanlardan beri birilerinin bana evde 'Uyumadın mı? Yatsana... Uyu artık. Uykun yok mu? Yatmıyor musun?' gibi abuk sabuk şeyler söylemesinden nefreeeeeeeeeeeeeeet ediyorum.

En sinir olduğum şey evlerdeki demir parmaklıklı balkonlardır. O evde de vardı. Korkardım.

- Daha sonra gene Bebek'te Dereboyu Caddesi'ndeki kocaman teras katına taşınmıştık. İki koca balkonu vardı. Güzel bir evdi. Babamın özene bezene yaptığı bar köşesi cidden profesyonel barlara taş çıkartacak şekildeydi. Komşular harikaydı. Yan apartmanın en üst katında rahmetli Prof. Dr. Ufuk Esin otururdu. O zamanlar gençti, yeni arkeolog olmuştu. Kazılara gider gelirdi. Beni çok severdi, ben de onu. Onun evinin balkonu ile bizim evin balkonu birbirine bitişikti. Evin anahtarını unuttuğumuzda Ufuk ablanın balkonunda bizim balkona atlar, sürgülü kapıları iter ve eve girerdik. Demek ki, o zaman mahalle ve komşu kavramları varmış. Bunlar yitti gitti, ne yazık ki... Bebek'te herkes herkesi tanırdı. Ben şimdi böyle bitişik nizam evlerden, kolay geçit veren balkonlardan, sürgü balkon kapılarından cidden hem tırsıyorum hem nefret ediyorum.

- O evden sonra Etiler'e, Bebek yokuşunda çok güzel bir eve taşındık. Babamla annem ayrılmıştı. Evde kavga gürültü hayatta en sinir olduğum şeydir. Ben kavga gürültü oldu mu, vurup kapıyı giderim. Bir de o evin pencereleri aşırı büyüktü. Fazla büyük pencere sevmem ben. Sinir olurum. Yokuşta olan evleri de sevmiyorum. Yokuş inip çıkmayı sevmem. Dağlara tırmanayım, vadiler aşayım, kilometelerce yürüyeyim ama eve gitmek için yokuş inip çıkartmayın! O ev yaşamımda genç kızlık dönemime denk gelir. Güzel hatıraları vardır. Her istediğimi alabildiğim, yapabildiğim, odamı keyfimce kullanabildiğim bir evdi.

- Daha sonra Avusturya'ya okumaya gittim ve ilk aileden ayrı yaşama deneyimimi yaptım. Viyana'da ilk önce bir dönem bir evde bir oda kiralayıp oturdum. Sonra da üç üniversiteli kız, bir Türk, bir Avusturyalı, bir İngiliz üç odalı bir evi paylaştık. Ben çok güzel günler geçirdim orada. En sevdiğim, yemek yapmaktı ve kızlar benim yemeklerime bayılıyorlardı. Aramızda bulaşıktı, çamaşırdı sorunu olmazdı. Parti bile yaptığımızda uyumlu, ortak hareket ederdik. En nefret ettiğim, Avusturyalı'nın aşırı derecede sigara içmesi idi. Ben yaşadığım yerde sigara içilmesinden nefret ederim... Avusturya'da kapıcı, marketten eve servis vs olmadığı için pazar sabahları bile en ufak şey için dışarıya çıkmak sinirime dokunurdu.

- Viyana'dan döndükten sonra bir müddet babamda kaldıktan sonra annemle Bostancı'da yaşamaya başladım. Orada gıcık olduğum, rahatsız olduğum ve sevmediğim şeyler evde değil evin dışındaydı. Anadolu yakasında oturmak, rehber olduğum için işe giderken çok erken çıkmak zorunda olmak, eve dönerken geç kalmak. Ayh... Hâlâ anlamam o yakada oturanları. İşkencedir ya bu... Sabah bir posta işe giderken, akşam da bir posta daha eve dönerken...

- Daha sonra Valideçeşme'de oturdum. İşte bu evdeyken Lady Macbeth (3 eylül'de kaybettiğim güzel İran kedim) geldi ve evde sigara içilmesi tüm misafirlere yasaklandı. Lady etkilenebilirdi sigaradan. Benim yanımda zaten sigara içemez kimse, zaman içinde allerji gelişti bende sigaraya karşı. Çevreye ve doğaya zarar verenleri de sevmem evimde... Gelmesinler. O mahallede şuna karar verdim, ben içiçe oturulan yerlerden de pek hoşlanmıyorum. Üstelik şehir atmosferini de severim. Bir evin çok minik ve kullanılmayan ya da kullanılamayan balkonu da beni sinir eder. Neyse ki, bu evde yalnızca arka tarafta bir balkon vardı yatak odasında. Balkonu ev sahipleri kapatmıştı. Ben orayı keyifli bir hale getirdim ama alüminyum çerçeve kullanmışlardı yapanlar o balkonda, işte bu malzemeden nefret ediyorum. Yok olasıca alüminyum! Park sorunu yaşdığım bir mahalleydi ve bu beni evde tedirgin eder. Dışarıyla ilgili şeyler benim evde huzurumu kaçırıyorsa, evim benim kalemdir çünkü, o şey her ne olursa olsun bitmiştir benim için... Nefretse nefret... Evin zemini de önemlidir. Ne yazık ki, o bölgede evler eski olduğu için marley kaplıdır evin bazı bölümleri ve ben burayı duvardan duvara halı kaplatmak zorunda kalmıştım. En sevmediğim şeydir. Ben parke severim, halı olabilir ama duvardan duvara falan değil...

- Daha sonra Tarabya'da şu anda oturduğum siteye taşındım ve bir müddet sonra annemi de bir üst katın karşı dairesine taşıdık. O evde patlayan su boruları, yanlış elektrik tesisatı gibi beni hayatımdan bezdiren şeyler vardı. Bu beni delirtir. Balkonu, evin şekli iyiydi ama zaman içinde arkada kütüphane ve çalışma odası olarak kullandığım odada rutubet baş gösterince hayat dayanılmaz hal aldı.

- Şimdi geçici olarak annemin oturduğu eve taşındım. Haliyle ev ev üstünde, eşyalarım diğerleriyle içiçe, kitaplar kolilerde üstüste orada burada. Böyle bir ev hali sevmiyorum. Şehre uzak evleri işim nedeniyle sevmesem de havası suyu güzel bir yer ve Karadeniz kıyılarına yakın olması nedeniyle hoş öte yandan. Ben bu evde, bir başkasıyla ( bu aileden biri de olsa) birlikte yaşamayı hiç sevmediğimi gördüm. Bu nedenle inşallah herkes kendi hayatına döner yakın zamanda.

- Antalya'da, Küba'da oturduğum evleri yazmadım. O evleri çok sevdim ve oralarda hep mutlu oldum. İstediğim şeyleri yaptım ev için oralarda.

Bir de bu yazıyı yazarken hatırladım: Benim mutfak düzenime müdahale edilmesi, evimin benim istemim dışında toplanması, eşyalarımın başkalarının kafasına göre bir yerlere yerleştirilmesi, cam masamın üzerine gazete bırakılması vs gibi şeyler, kısacası benim mekânımda benim çizgimin, tarzımın belirlenilmeye çalışılması canımı sıkar, sinirlendirir, delirtir. Yapmayın! Sakın... Demedi demeyin... Uyarmıştım derim sonra.

Bir de evime benim hiç tarzım olmayan şeylerin hediye diye getirilmesi. Bu tarz insanlar yüzünden minimalist olamadım hiç ben ya!

Of, bitmez bu konu. Ya ben aslında bayağı şeyden nefret etme yetisine sahipmişim. Ama baktığımda bana normal geliyor bunlar. Bu garip şyler sevilemez ki... Belki umursanmayabilir ama ben umursarım.

Ha, bir de aklınızda bulunsun. Benim eve yolunuz düşer falan. Tuvalete girip çıktıktan sonra lütfen banyo kapısını açık bırakın. benim kedim var evde, onun tuvaleti de banyoda. Zavallı kedicik altına mı etsin yani? (Neden o banyo kapıları illa sıkı sıkı kapatılır ki? Hele bir de girdiğinde zaten açık olan kapı? Bulduğun gibi bıraksana be kardeşim!)

Ayh, yeter bugünlük. :)

Arkadaşlar ben bu mim'i paslamıyorum kimseye. Belki başka bir konu açar Aydan Atlayan Kedi'nin patilerine doğru savururum önümüzdeki günlerde.

Sevgiyle ve hoş misafirlerle kalın!

2 yorum:

Aydan Atlayan Kedi dedi ki...

Mim'i doğru kişiye pasladığımı biliyordum :)

Nükhet Everi dedi ki...

Canımsın...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails